Browsing by Author "Aytürk, Semra"
Now showing 1 - 2 of 2
- Results Per Page
- Sort Options
Item Asemptomatik primer hiperparatiroidi vakalarında hastalık seyrini belirleyen faktörler(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Aytürk, Semra; Başçıl Tütüncü, NeslihanPrimer hiperparatiroidi (PHPT), paratiroid bezinden aşırı paratiroid hormon (PTH) salınımı sonucu gelişen hiperkalsemi ile karakterize klinik bir tablodur. Günümüzde PHPT saptanan hastaların çoğu asemptomatik seyretmektedir. PHPT’in asemptomatik alt grubunun doğal gelişimi ile ilgili veri eksikliği bulunmaktadır. PHPT öncelikle kemik metabolizmasını etkileyen bir durumdur. Bununla birlikte deneysel çalışmalar, klasik PHPT hastalarının uzun dönemde insülin direncine (ID) sahip olabileceğini, hastalık ilerledikçe, göreceli insülin yetmezliği ve aşikar diabetes mellitus (DM) geliştirebileceğini düşündürmüştür. Biz bu çalışmamızda, asemptomatik PHPT vakalarında ID’nin ve kemik metabolizma değişikliklerinin 18 aylık süre zarfındaki doğal seyrini irdelemeyi amaçladık. Polikliniğimize başvuran asemptomatik PHPT tanısı almış 61 hastada 75 g oral glukoz tolerans testi ile glukoz toleransı ve ID indeksi değerledirildi. Bu parametrelerin doğal seyri, 18 ay boyunca 6 aylık dönemlerde testler tekrarlanarak gözden geçirildi. Bu vakaların, ayrıca kemik metabolizmaları kemik mineral yoğunluklarının (KMY), zaman içinde değişimi değerlendirilerek yapıldı. Veriler sağlıklı kontrol grubu (n=80) ile karşılaştırıldı. Grupların demografik, klinik ve laboratuvar özellikleri benzer olduğu halde; asemptomatik PHPT grubunda açlık insülin düzeylerinde yükseklik (p=0.031) ve ID’de artış saptadık (p=0.035). PHPT grubundaki açlık insülin düzeyi ve ID’deki istatistiksel olarak anlamlı yükseklikler 18. ayda da devam etti ama, 0. ay değerleri ile aralarında anlamlı fark yoktu. İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber PHPT grubunda (bozulmuş açlık glukozu) IFG %11.5, kontrol grubunda IFG %9.8 idi. DM yüzdesi ise her iki grupta aynıydı. Ailede DM, IFG ve IGT bulunması yönünden hastaları sorguladık; PHPT grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düşüklük vardı (p=0.032). Bu durumda, ailevi yatkınlık olmamasına rağmen, asemptomatik PHPT grubunda ID riskinin artmış olduğunu bulduk. Asemptomatik PHPT grubunda, 0.-18. ay PTH düzeylerini karşılaştırdığımızda anlamlı artış saptarken (p=0.043), serum Ca ve P düzeyleri ile 24 saatlik idrar Ca ve P seviyelerinde değişiklik olmadı. Altı ay aralarla yapılan KMY’na bakıldığında 18. ay sonunda, PHPT grubunda femur boyun ve trokanter yoğunluklarında istatistiksel olarak anlamlı artış (femur boyun p=0.020, femur trokanter p=0.028) saptanırken diğer bölgelerde (lumber vertebra ve radius distal 1/3) anlamlı değişiklik saptanmadı. Asemptomatik PHPT hastalarının, özellikle metabolik komplikasyonlarının belirlenmesi için uzun dönemli daha geniş araştırmalara ihtiyaç vardır ve bu araştırmaların sonucunda bir görüş birliği oluşturulup, bu grup hastaların nasıl takip ve tedavi edileceğine karar verilmesi gereklidir. Bu sorunlar yanıt buluncaya kadar, cerrahi tedavi uygulanmayıp takip edilen hastaların, sadece KMY kaybı yönünden değil, ID ve DM gelişimi yönünden de riskli grup içinde değerlendirilmesinin uygun olacağını düşünmekteyizItem Ötiroid bireylerde metabolik sendrom komponentleri ile tiroid fonksiyon, volüm ve nodül ilişkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Aytürk, Semra; Gürsoy, AlptekinMetabolik Sendrom (MS) insülin direncinin belirgin rol oynadığı metabolik anormallikerin bir kümelenmesidir. Son zamanlarda MS ile tiroidin fonksiyonel/morfolojik anormallikleri arasında olabilecek bir ilişki sorgulanmaktadır. Bizim bu vaka kontrol çalışmasındaki amacımız, MS bulunan hastalarda tiroid volüm ve nodül prevalansını incelemekti. Metabolik sendrom bulunan 278 hasta ile randomizasyon yöntemi kullanılarak yaş, cinsiyet ve sigara alışkanlığı yönünden eşleştirilmiş 261 kontrol vakası eşleştirildi. MS parametrelerinin yanı sıra TSH, sT3, sT4 ve homeostasis model assessment- IR (HOMAIR) ile hesaplanan İD seviyeleri değerlendirildi. Bütün katılımcılara tiroid ultrasonografisi yapıldı. Tiroid nodüllerinden 1cm den büyük olanlara tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi (TİİAB) uygulandı. TSH metabolik sendrom varlığı ile anlamlı olarak pozitif koreleydi. Serbest tiroid hormon seviyeleri ile MS ve komponentleri arasında ilişki yoktu. MS hastalarının ortalama tiroid volümleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak artmıştı (P<0.0001). Tiroid nodül yüzdesi MS hastalarında daha yüksekti (sırasıyla, %50.4, %14.6, P<0.0001). Çalışmaya alınan vakalar İD varlığına göre de iki gruba ayrıldı. İnsülin direnci olan bireylerde tiroid volüm ve nodül formasyonunun artmış olduğu görüldü. İD varlığında tiroid nodül gelişimi için tahmini rölatif riskin 3,2 olduğu saptandı. TSH’nın yanı sıra MS komponentlerinin tiroid volüm artışı için bağımsız risk faktörü olduğu bulundu.Tiroid nodül formasyonu İD ile korele iken TSH ile korelasyon tespit edilmedi. Tiroid nodülü bulunan ve TİİAB yapılan 38 MS hastasının 3’ünde (%7,9) tiroid kanseri saptanırken kontrol vakalarında (n=22) saptanmadı. Sonuçlar MS bulunan hastaların anlamlı olarak artmış tiroid volüm ve nodül prevalansına sahip olduklarını göstermektedir. Multivariate modelde İD bu risk artışına anlamlı olarak katkıda bulunmaktadır. Bizim verilerimiz nodül formasyonu için İD’nin bağımsız bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. The metabolic syndrome (MS) is a cluster of metabolic abnormalities with insulin resistance (IR) as a major characteristic. It has been recently questioned that MetS and its related components are associated with functional and morphological alterations of thyroid gland. Aim of our study is to examine thyroid volume and nodule prevalence in a case control study of patients with MS. Two hundred seventy eight patients with MS were randomly matched for age, gender,and smoking status with 261 subjects without MetS. Serum TSH, free T3 and T4, and the level of İR, estimated by the HOMA-IR, as well as other MS parameters were evaluated. Thyroid ultrasonography was performed in all participants. Thyroid nodules greater than 1cm underwent fine needle aspiration biopsy. TSH was significantly positively correlated with the presence of MS diagnosis. There was no association between free thyroid hormone levels and MS and its related components. Mean thyroid volume was higher in patients with MS than in controls (p<0.0001). Percentage of patients with thyroid nodules was also higher in patients with MS (50.4% vs. 14.6%, p<0.0001). Participants were also divided into two groups according to the presence of IR. Subjects with IR have also increased thyroid volume and nodule formation. The odds ratio for the development of thyroid nodule in the presence of IR was 3.2. TSH as well as all MS components were found to be independent risk factors for thyroid volume increase. IR but not TSH was found to be correlated with thyroid nodule formation. Thyroid cancer was diagnosed in 3/38 patients with MS (7.9%). No cancer cases were found in control subjects. The results suggest that patients with MS have significantly increased thyroid volume and nodule prevalence. In multivariate model, the presence of IR contributed substantially to this increased risk. Our data provide evidence that IR is an independent risk factor for nodule formation.