Browsing by Author "Araz, Coşkun"
Now showing 1 - 3 of 3
- Results Per Page
- Sort Options
Item Lazer fotokoagülasyon yapılan prematüre retinopatili hastaların perioperatif anestezi yönetimi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) Kaplan, Şerife; Araz, CoşkunPrematüre retinopatisi (Retinopathy of Prematurity, PR), düşük doğum ağırlıklı ve erken doğan bebeklerde görülen retinal damarların anormal proliferasyonuna bağlı oluşan ve patogenezi tam olarak bilinmeyen bir hastalıktır. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerin mortalitesindeki azalma sonucunda PR ile daha sık karşılaşılmakta ve acil tedavi gerektirmektedir. Günümüzde kabul gören en etkin ve güvenilir tedavi yöntemi yüksek riskli eşik öncesi hastalık evresine gelindiğinde tüm avasküler retina sahalarının lazer fotokoagülasyonudur. Bu işlem genellikle genel anestezi altında ameliyathane şartlarında uygulanır. Olgularda lazer fotokoagülasyon sırasında gerekli olan anestezi uygulaması, olası artmış hayati riskler nedeniyle özellik gerektirir. Bu çalışmamızda Nisan 2003 ve Nisan 2017 tarihleri arasında PR’si bulunan ve Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi’nde lazer fotokoagülasyon ameliyatı geçiren toplam 504 hastanın dosyaları ve ameliyat kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmaya dahil edilen 504 PR’li hastanın 290'ı (%57,5) erkek, 214'i (%42,5) kadındı. Doğum yaşları 28 ± 2 hafta, doğum ağırlıkları 1143 ± 311 gram, güncel yaşları 37 ± 4 hafta, güncel ağırlıkları 2168 ± 765 gramdı. Hastalara en sık eşlik eden komorbid hastalık RDS (Respiratuvar distres sendromu) (%72,4) idi. Hastaların çoğunluğunun (%71,8) ameliyat öncesi herhangi bir zamanda entübasyon öyküsü vardı. Preoperatif değerlendirmede Evre 3 PR en sık (%86,9) evre olarak belirlendi. Çok çok düşük doğum ağırlığı olanlarda tüm komorbid hastalıklar anlamlı olarak yüksek iken, bu hastalarda preoperatif SpO2 ve intraoperatif minimum-maksimum SpO2 değerleri diğer hastalardan anlamlı olarak daha düşük bulundu. Akciğer sorunu (RDS ve BPD) olanlarda preoperatif entübasyon anlamlı olarak fazlaydı. İntraoperatif veriler incelendiğinde, hipnotik olarak en çok ketamin kullanıldı (%91,5). Hastaların 10 tanesi ameliyata entübe gelirken 41 tanesi (%8,1) intraoperatif entübe edildi ve 16 tanesinin (%3,1) de intraoperatif LMA (laringeal maske) uygulaması ihtiyacı oldu. İntraoperatif dönemde bradikardi 7 hastada, desatürasyon 21 hastada gözlendi. Doğum yaşı, güncel yaşı ve güncel ağırlığı büyük olanlarda LMA uygulaması ihtiyacı anlamlı olarak yüksek bulundu. Yoğun bakımda toplam kalış süreleri ortalama 6,4 ± 10,0 gündü. Hastaların hem doğumdaki hem de güncel yaş ve ağırlıkları yoğun bakımda kalış süreleri ile ters orantılı olarak ilişkili bulundu. Respiratuvar distres sendromu tanısı bulunan hastalarda yoğun bakımda kalış süreleri anlamlı olarak yüksek bulundu. Hastaların ÇÇDDA’na sahip olması ya da güncel yaşının ve ağırlığının küçük olmasının ve ek sistemik hastalığa sahip olmalarının yoğun bakımda apne, CPAP ve entübasyonu anlamlı şekilde artırdığı görüldü. Hastalardan entübe edilen ve ya LMA ihtiyacı olanların yoğun bakımda CPAP ve entübasyon ihtiyacını anlamlı olarak artırmaktaydı. Sonuç olarak, lazer fotokoagülasyon yapılacak prematüre çocuklarda, çocukların doğumdaki ve işlem sırasındaki yaşları ve kilolarının küçüklüğü ile özellikle akciğerle ilgili ek sistemik hastalıklarının olması intraoperatif ve postoperatif yoğun bakım takibinde hastanın seyrinde en etkili negatif faktörler olduğu belirlendi. Retinopathy of Prematurity (ROP), characterized by abnormal proliferation of retinal vessels occurring in low-birth-weight preterm infants, is a disease whose pathogenesis has not been fully understood yet. The decreased mortality rate among low-birth-weight preterm infants in modern neonatal intensive care units has led to resurgence of ROP and it has necessitated emergency treatment of the patients. Today, the most widely accepted, effective and reliable treatment modality is laser photocoagulation especially in the regions of avascular retina in more advanced stages of the disease. This treatment is generally carried out under general anaesthesia in the operating rooms. Current data suggest that general anaesthesia during laser photocoagulation operations should be carefully and delicately performed due to the high risks which might be potentially life-threatening. In this study, the medical records of 504 patients who underwent laser photocoagulation in Baskent University Hospital between April 2003-2017 have been retrospectively evaluated. The total number of the patients with ROP was 504. There were 290 (%57,5) males, and 214 (%42,5) females who were born with gestational age 28 ± 2 weeks and 1143 ± 311 grams birth weight while their current gestational age was 37 ± 4 weeks and their current weight was 2168 ± 765 grams. Among these patients, the most common comorbidity was respiratory distress syndrome (RDS) (%72,4) and a majority of them (%71,8) got intubated before surgery due to some reason. Preoperative evaluation indicated that stage III (ROP) (%86,9) was the most common stage. A high incidence of all known comorbid conditions occurred in preterm infants with an extremely low birth weight and their preoperative SpO2 and intraoperative minimum-maximum SpO2 values were meaningfully low. Additionally, the ones with respiratory problems (RDS and BPD) needed intubation more frequently. On the other hand, based on intraoperative data, ketamine (%91, 5) was the medicine most used for intraoperative hypnosis. During the intraoperative period, it was recorded that 7 patients and 21 patients experienced bradycardia and desaturation, respectively. It has been also found that the infants with high gestational age, current age and weight needed the use of LMA more frequently.The patients’ average length of stay in an intensive care unit was 6,4 ± 10,0 days while the ones diagnosed with Respiratory Distress Syndrome stayed longer. Nevertheless, the results have underlined that there was a negative correlation between the patients’ both gestational as well as current age and weight and their length of stay in an intensive care unit. Additionally, it has been noted that the patients’ having extremely low birth weight, being still small for current age and current weight, or having systematic diseases increased the incidences of apnea, CPAP and intubation. To conclude, in premature children with laser photocoagulation, it was determined that the gestational age at birth, current age and weight during operation, and systemic diseases affecting lungs were the most effective negative factors in the course of the patient following intraoperative and postoperative intensive care.Item Pediatrik dental girişimlerde müzik dinletilmesinin sedasyon gereksinimi ve düzeyine etkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Özkalaycı, Özlem; Araz, CoşkunPediatrik, mental retarde, psikiyatrik problemli, kooperasyon kurulamayan veya fazla endişeli olan hastalar gibi çeşitli nedenlerle diş hekimi korkusu yaşayan hastaların dental girişimlerinde sıklıkla farklı düzeylerde sedasyon uygulamasına gereksinim duyulabilmektedir. Müziğin anksiyolitik ve sedatif etkisinin olduğu, kan basıncı, kalp atım hızı, solunum sayısı ya da kan endorfin düzeyi gibi birçok bulgunun farklı müzik türlerinin dinletilmesi ile değiştirilebildiği bilinmektedir. Bunların yanı sıra genel anestezi veya sedasyon altında gerçekleştirilen çeşitli cerrahiler ya da girişimler sırasında da hastalara müzik veya doğa seslerinin dinletilmesi, ortam gürültüsünün azaltılması gibi uygulamalarla intraoperatif dönemde uygulanan anestezik veya sedatif ilaçlara olan gereksinimin azaltılabildiği gösterilmiştir. Bu çalışmamızın hipotezi, müzik dinletilmesinin ve ses izolasyonunun dental girişim uygulanacak pediatrik hastalarda sedasyon derinliğini artıracağı ve sedatif gereksinimini azaltacağıdır. Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma ve Etik Kurulları onayı alındıktan sonra Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi Diş Polikliniği’nde elektif olarak dental girişim planlanan 3-15 yaşları arasındaki 180 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. İşitme bozukluğu olanlar, kulak anatomisinde farklılık bulunanlar, son dönem organ ve sistem yetmezliği olanlar, ciddi pulmoner ve/veya kardiyovasküler sorunu olanlar, propofol intoleransı hikayesi olanlar, havayolu anomalisi olanlar, madde bağımlılığı olanlar ya da bilinen psikiyatrik veya mental problemleri olanlar çalışma dışı bırakıldı. Çalışma sırasında çocuklar randomize şekilde müzik grubu (Grup M), izolasyon grubu (Grup İ) ve kontrol grubu (Grup K) olarak üç farklı gruba ayrıldı. Müzik grubundaki hastalara tüm operasyon boyunca dışarıdan ses yalıtımı sağlayacak kulaklıklardan rahatlatıcı özellikte klasik müzik parçaları (Vivaldi’nin Dört Mevsim keman konçertoları) dinletildi. İzolasyon grubundaki hastalara, sadece kulaklıklar yerleştirilerek ortam seslerini duymaları engellendi, müzik dinletilmedi. Kontrol grubundaki hastaların ise kulaklık takılmadan ortam seslerini duymalarına müsaade edildi. Girişim sırasında, yapılan işlemler (çekim, dolgu, amputasyon, kanal tedavisi), periferik oksijen satürasyonları, kalp hızları, solunum sayıları, OAA/S skorları ve BIS verileri sürekli olarak takip edilerek 5’er dakika aralıklar ile kaydedildi. Hastaların demografik verileri, kullanılan toplam propofol miktarı, işlem süresi, oluşan komplikasyonlar, havayolu açılması için el ile ya da airway ile yardım gereksinimi ve cerrahi ekibin memnuniyet skoru kaydedildi. Hasta derlenmelerinde Modifiye Aldrete Skoru kullanıldı, skorlar 5 dakikalık aralıklarla kaydedildi. Hasta memnuniyetleri sorgulanarak Likert Skalası ile değerlendirildi. Grupların demografik özellikleri, işlem süreleri ve işlem özellikleri birbirleri ile benzer bulundu (p>0,05). Hastaların cerrahi işlem sırasında takip edilen kalp atım hızı, oksijen satürasyonu, OAA/S ve BIS skorları gruplar arasında benzerdi (p>0,05). Kullanılan propofol miktarı açısından, istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamakla birlikte, propofol tüketiminin en az müzik grubunda olduğu görüldü (p=0,065). Havayolu manipülasyon gereksiniminin kontrol grubunda diğer gruplar ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak düşük olduğu saptandı (p<0,001). Girişim sonrası hastaların sakin ya da ajite olarak uyanmaları ile taburculuk için uygun olma süreleri birbirleri ile benzer bulundu (p>0,05). Sonuç olarak çalışmamızda, dental girişim sırasında müzik dinletilmesinin ya da ses izolasyonu yapılmasının, pediatrik hasta grubunda intraoperatif vital bulgular, sedasyon düzeyi, kullanılan ilaç miktarı ve postoperatif derlenme üzerine anlamlı bir etkisinin olmadığı gözlendi. Çalışmamızda hastaların sedasyon derinliğinin fazla olması nedeniyle sonuçlarımız anlamlı çıkmamış olabilir, daha yüzeyel sedasyon uygulamaları ile benzer metodoloji ile yapılacak çalışmalarda farklı sonuçlar oluşabilir. The patients with dentophobia, who are generally pediatric, mental retarded, with psychiatric problems, without cooperation or over-anxious, may frequently need different levels of sedation. It is well known that music has anxiolitic and sedative effects. By listening to different kinds of music it is possible to alter various symptoms such as blood pressure, heart rate, respiration rate and endorphin levels. In addition to these, there are some evidences that listening to music, sound of nature or blocking ambient sounds during various surgery or intervention may decrease the intraoperative need for anesthetic and sedative drugs. The hypothesis of our study is that listening to music or providing sound isolation increases the depth of sedation and decreases the need for sedatives in pediatric dental patients. Following Institutional Review Board and Ethics Committee approval of Başkent University, 180 pediatric patients aged between 3-15 years, planned for elective dental intervention at Dental Clinic of Ankara Hospital of Başkent University Medicine School were included in the study, prospectively. Patients with hearing impairment, different ear anatomy, recent organ or system deficiency, severe pulmonary and/or cardiovascular problems, intolerance to propofol, airway abnormalities, substance addiction or known psychiatric or mental problems were excluded from the study. The patients were randomly assigned into 3 different groups as music (Group M), isolation (Group I) and control (Group K). The patients in the music group listened to relaxing classical music (Vivaldi’s Four Seasons violin concertos) by sound isolating headphones throughout the operation. The patients in the isolation group only wore the headphones but did not listen to music. The patients in the control group were allowed to hear ambient sounds without using the headphones. During the intervention, dental procedures (tooth extraction, filling, amputation and root treatment), peripheric oxygen saturations, heart rates, respiration rates, OAA/S scores and BIS data were monitored and recorded at 5 minutes intervals. The demographic information, total propofol dosage, procedure time, any complication, need for manual or oral airway opening and the satisfaction of the operating surgeon were recorded. During the recovery of patients Modified Aldrete Score was utilized and scores were recorded at 5 minutes intervals. The patient satisfaction was questioned and evaluated by Likert Scale. The demographic variations, procedure times and intervention types were found to be similar in all the groups (p>0.05). The patients’ heart beat rate, oxygen saturation, OAA/S and BIS scores, monitored during the operation, were also similar in all the groups (p>0.05). In terms of utilized propofol amount, there was no statistically significant difference in the groups, yet the least usage was in the music group (p=0.065). Need for airway manipulation was significantly less frequent in the control group (p<0.001). The waking up of the patients calmly or agitated in the recovery room and the duration to discharge readiness were found to be similar in all the groups (p>0.05). In conclusion, according to our study listening to music or providing sound isolation during the pediatric dental interventions did not affect the vital signs, sedation level of the patient, the amount of medication and the postoperative recovery, significantly. This was considered due to the deep level sedation obtained in our study. Therefore, new studies with similar methodology and providing lesser levels of sedation might reach to different results.Item Statinlerin kardiyopulmoner bypass'taki antiiflamatuvar etkilerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Araz, Coşkun; Torgay, AdnanKoroner arter cerrahisi sırasında uygulanan kardiyopulmoner bypass (KPB) sırasında multifaktöryel olarak indüklenen inflamatuvar cevap, postoperatif dönemde hastaların morbidite ve mortaliteleri ile doğrudan ilişkilidir. Bu çalışmada, antihiperlipidemik özelliklerinin yanı sıra antiinflamatuvar özellikleri de tanımlanmış olan statinlerin, preoperatif dönemde uzun süreli (3 ay) kullanımlarının kardiyopulmoner bypass sonrası oluşan inflamasyona etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Hastane etik kurulu ve hasta izinleri alındıktan sonra statin kullanım durumlarına göre hastalar iki grup halinde prospektif randomize olarak çalışmaya alındı. Statin grubu hastalarda statinlerin ameliyat öncesi döneme kadar devam edilmesi sağlandı. Her iki grup için standart anestezi yöntemi kullanıldı. İndüksiyonda etomidat 0.1-0.3 mg/kg, fentanil 7-10 mcg/kg ve veküronyum 0.1 mg/kg; idamede izofluran + O2/Hava ve %0.5-1.5 kullanıldı. Hastalardan ameliyat başlangıcında (T1), aorta klempi kalktıktan 5 dakika sonra (T2), kardiyopulmoner bypass sonlandırıldıktan 10 dakika sonra (T3) ve ameliyattan 6 saat sonra (T4) kan örnekleri alınarak IL-1β, IL-6 ve P-selektin düzeylerine bakıldı. Ayrıca eş zamanlı hemodinamik profilleri, arteriyel kan gazı örneklemeleri yapıldı. İntraoperatif KPB ve aorta klempi süreleri, hemodinamik profil, hemodinamik destek ihtiyacı ile postoperatif ekstübasyon, yoğun bakımda kalış ve hastaneden taburculuk süreleri, 24 saatlik drenaj ve idrar miktarları, hemodinamik destek ihtiyaçları, kan transfüzyonu ihtiyacı kaydedildi. Perioperatif dönemde gelişen komplikasyonlar ve hastaların pre- ve postoperatif mini mental test skorları kaydedildi. Hastaların demografik ve preoperatif özellikleri benzerdi. Gruplar arasında KPB, aorta klempi ve ameliyat süreleri, hemodinamik profilleri ve destek ihtiyacı, kan transfüzyonu miktarı, postoperatif dönemde ekstübasyon zamanları ve hastaneden taburculuk süreleri arasında anlamlı fark bulunmadı. Yoğun bakımda kalış süresi statin grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak kısa bulundu (p=0.012). Hastaların IL-1β, IL-6 ve p-selektin değerleri alınan tüm zamanlarda gruplar arasında birbiriyle benzerdi. Ancak hastaların T4 (ameliyattan sonraki 6. saat) zamanındaki IL-6 ve p-selektin değerleri bazal değerlere oranla anlamlı olarak yüksek bulundu. Grupların postoperatif CRP değerleri benzerken, bu dönemdeki sedimantasyon statin grubunda anlamlı olarak düşük bulundu. Gruplar arasında diğer komplikasyonlar açısından fark saptanmadı. Sonuç olarak, preoperatif dönemde statin tedavisi alan ve koroner arter cerrahisi geçirecek hastalarda, kardiyopulmoner bypass sırasında oluşan inflamatuvar yanıt statin tedavisi almayan hastalarla benzerdir. Postoperatif sedimantasyon değerleri statin grubunda daha düşüktür. Ayrıca statin grubundaki hastaların postoperatif yoğun bakım süreleri de daha kısa bulunmuştur.