Repository logo
Communities & Collections
All of DSpace
  • English
  • العربية
  • বাংলা
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Ελληνικά
  • Español
  • Suomi
  • Français
  • Gàidhlig
  • हिंदी
  • Magyar
  • Italiano
  • Қазақ
  • Latviešu
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Српски
  • Svenska
  • Türkçe
  • Yкраї́нська
  • Tiếng Việt
Log In
New user? Click here to register.Have you forgotten your password?
  1. Home
  2. Browse by Author

Browsing by Author "Özbek, Mustafa Serdar"

Filter results by typing the first few letters
Now showing 1 - 20 of 32
  • Results Per Page
  • Sort Options
  • Thumbnail Image
    Item
    Aile uyuşmazlıklarında arabuluculuğa elverişlilik
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Karagözoğlu, Nursen; Özbek, Mustafa Serdar
    Yargıya taşınan anlaşmazlıkların yarısına yakını aslında hukuka konu olmayı hakedecek düzeyde ciddi olmamasının yanında basit nedenlerle ciddi bir müessese olan yargıya intikal etmesi, mahkemelerin verimli çalşmamasına daha da önemlisi adaletin gecikmesine neden olmaktadır. Kişilerin taleblerinin yargıya intikali sonrasında önemli bir kısmı uzlaşma yolunu seçmektedir. Hukuk tüm anlaşmazlıklar gibi evlilik ve aile müessesesi de anlaşmazlıklara konu olmaktadır. Ancak aile anlaşmazlıkları toplumu bireyleri özelikle de çocukları da doğrudan etkilediği için diğer hukuk alanlarından ayrı bir yere koymak gerekir. Dolayısıyla mahkemeye intikal etmeden anlaşma zemini aramak aile kurumuna en az zararla sorunu çözme imkanı verebilmektedir. Hukuk dünyasında "arabuluculuk" müessesesinin son zamanlarda popülaritesi artmış olup sorunların çözümünde etkin bir hukuk yolu haline gelmiştir. Hukuka konu olan aile hukukunda anlaşmazlıklar konusunda araştırmalarımızı yaparken öncelikle evlilik ve aile kurumunu hukuki bakış açısıyla irdelemeye çalıştıktan sonra, aile hukukunun temel ilkelerinden yola çıkarak evlilik birliğinin zayıflaması ve boşanma olgusu üzerinden arabuluculuk müessesesi incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmamızda son dönemlerde hukuk dallarında çözüm yolu arayışı olarak başvurulan arabuluculuk olgusundan yararlanarak aile hukukunda anlaşmazlıklar ve boşanma sürecinde arabuluculuğun faydaları ve hukuka katkısının çok fazla olduğu açıktır. Since almost half of the legal dispute sent to the court is not crical issues that should have been submitted to the court, court does not work effectively in sense of managing its working time. Most of individuals choose mediation process after their issues are submitted to the court. Similar to all other subjects, marriage and family disputes may also be submitted to the court but; since family and marriage are sensitive issues that may affect individuals, their children, their relatives and the society, it should be evaluated properly and differently. Thas, trying to make both parties deal on the subject before the issue would have been submitted to the court, could solve the problem with the least damage. In the world of law, "mediation" has recently increased its population and has become an effective way of solving problems. While doing research about the matters in family law that have been subject fort he court, we tried firstly to investigate respect to law, then we tried to analyze mediation subject based on damaged union of marriage and fact of divorce with respect to basis of family law. It is obvious that court may benefit enourmosly from disputes in family law and mediation process.
  • Thumbnail Image
    Item
    Alternatif Uyuşmazlık Çözümü
    (, 2013,, 2013) Özbek, Mustafa Serdar
    Doktrinde anlaşmazlık ve uyuşmazlık terimlerini genellikle birbirinin yerine kullanılmasına rağmen, bu iki terim arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Anlaşmazlık, birbirine zıt veya düşmanca bir durum ya da bir mücadele veya kavga olarak tanımlanır. Bir uyuşmazlık, dava konusu olabilen meseleler şeklinde ortaya çıkan bir anlaşmazlık çeşidi olarak görülebilir. Uyuşmazlık, müzakere, arabuluculuk veya üçüncü kişinin hüküm vermesi yoluyla çözülebilecek meseleler üzerinde anlaşmazlığa düşülmesini gerektirir. Uyuşmazlık karşı tarafa açıklanan, kişiler arası bir anlaşmazlıktır. Bir anlaşmazlık, birbirine uyumayan bir durumun anlaşılması veya çatışan bir talepte bulunulması şeklinde bir kişiye beyan edilmedikçe uyuşmazlığa dönüşmeyebilir. Alternatif uyuşmazlık çözümü (ADR), mahkemeler tarafından uygulanan şeklî mücadeleci usûllerden, şeklî olmayan usûllere doğru bir yönelişi temsil eder. ADR, dünya çapındaki adalete ulaşma hareketinin çatısı altında görülebilir. ADR nin doğuşu Birleşik Devletler de 1970 e kadar uzanır. Federal bölge mahkemelerinde uygulanan ilk arabuluculuk ve tahkim programı 1970 tarihlidir. Buna ek olarak ADR de diğer bir gelişme 1988?de Birleşik Devletler Kongresinin on adet bölge mahkemesinde zorunlu tahkim programı kurması ve diğer on adet bölge mahkemesini gönüllü tahkim programı oluşturması için yetkilendirmesiyle görülmüştür. ADR nin hızlı gelişimine katkıda bulunan büyük bir etken, 1976 da Amerika Barolar Birliğince düzenlenen Adalet Yönetimindeki Kamusal Tatminsizliklerin Nedenleri Hakkında Ulusal Konferans olmuştur. Bu konferansta, uyuşmazlık çözümündeki alternatif usûllerin, özellikle arabuluculuk ve tahkimin, tıkanmış halde bulunan mah-kemeleri rahatlatacağı, uyuşmazlıkların çözüm süresini kısaltacağı ve giderlerini asgariye indireceği sonucuna varılmıştır. Arabuluculuk hizmeti sunan mahalli adalet merkezlerinin ve çok seçenekli mahkeme teşkilatı programlarının kurulması teşvik edilmiştir. Çok seçenekli mahkeme teşkilatı terimi (ya da çok seçenekli ADR), bir dizi seçimlik uyuşmazlık çözüm usûlü sunan mahkemeleri ifade eder. Bu programlar, ihtilaflı tarafları, onlar için en uygun olan uyuşmazlık çözüm yöntemine yönlendirirler. Bunlar: Kolaylaştırma, arabuluculuk veya tahkimdir. Bazı çok seçenekli mahkeme teşkilatı prog-ramları belli türdeki bütün davaları belirli bir ADR programına havale et-mekteyken, diğer bazı programlar davacılara seçimlik bir liste sunmaktadırlar. ADR, uyuşmazlık çözümü için mahkemeler vasıtasıyla yürütülen davalarda alternatif olarak işleyen, genellikle tarafsız bir üçüncü kişinin aracılığı ve yardımını içeren bir dizi usûller olarak tanımlanır. Doktrine göre ADR usûlleri aşağıdaki yararları içerebilir: 1. Mahkemelerin iş yükünü ve giderlerini azaltmak, 2. tarafların yargılama için harcadıkları giderleri ve zamanı azaltmak, 3. topluluklara veya tarafların ailelerine zarar veren uyuşmazlıkların hızlı bir şekilde çözümünü sağlamak, 4. bireylerin adalet sisteminden daha iyi bir şekilde tatmin olmasını sağlamak, 5. tarafların ihtiyaçlarına uygun olan çözümleri teşvik etmek, 6. tarafların uyuşmazlık çözüm usûllerine gönüllü olarak uymalarını sağlamak, 7. komşuluk ve topluluk değerlerini ve toplulukların ilişkilerini onarmak, 8. ihtilaflı taraflarca ulaşılabilecek usûller oluşturmak, 9. halka, uyuşmazlıkların çözümünde ihlâl ya da dava yolu yerine daha etkili olan usûlleri denemelerini öğretmek, ADR tarafların bir araya getirilmesinde pek çok farklı yöntem gerektirir; bununla birlikte temel ADR usûlleri arabuluculuk ve müzakeredir. Arabuluculuk ve uzlaştırma terimleri eş anlamlı olarak kullanılırlar. Arabuluculuk (veya uzlaştırma), tarafların bir anlaşmayı müzakere etmeleri için onlara yardım eden tarafsız bir üçüncü kişice gerçekleştirilen bağlayıcı olmayan bir müdahaledir. Üç tür arabuluculuk vardır. Bunlar geleneksel arabuluculuk, yargısal arabuluculuk ve modern arabuluculuktur. Arabulucunun yapısı ve işlevi, arabuluculuk usûlünü diğer uyuşmazlık çözüm usûllerinden ayırmaktadır. Arabulucu bir kolaylaştırıcıdır. Arabulucu, ihtilaflı konular üzerindeki kendi kararını taraflara dikte etmemelidir. Arabulucululuk esnek yapısıyla şekillenerek farklı bir usûl haline bürünür. Arabulucunun yaklaşımı doğrudan veya dolaylı ya da bunların arasında bir usûlde kendini gösterebilir. Arabuluculukta bir ya da birden fazla oturum olabilir. Arabuluculuyla caucuses adında ayrı toplantılar yapılabilir. Arabuluculuk oturumları gizlidir ve tarafların iletişimine yadım etmek amacıyla gerçekleştirilir. Arabuluculuk geliştikçe, kolaylaştırma ve değerlendirme arabuluculuğu gibi farklı arabuluculuk türleri ortaya çıkmaktadır. Mahkeme veya arabulucu tarafından hangi arabuluculuk modelinin izlendiğine bakılmaksızın, arabuluculuk usûllerinin çoğu aşağıdaki aşamaları izler: Arabuluculuk öncesi aşama, arabuluculuk aşaması ve arabuluculuk sonrası aşama. Türk hukuk sisteminde Avukatlık Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, İş Kanunu, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Vergi Usûl Kanunu gibi kanunlarda ADR ile doğrudan ilgili düzenlemeler bulunmaktadır. Türk hukukunda, ADR ye ilişkin iki temel düzenleme mevcuttur. ADR yi destekleyen ilk yasal düzenleme Avukatlık Kanunundadır. Avukatlık Kanunu nun 35/A maddesine göre, müvekkilin talep etmesi halinde bir avukat, dava veya duruşma başlamadan önce ihtilaflı tarafları uzlaştırabilir. Kanun, tarafların uzlaştırma süreci sonunda bir anlaşmaya varmaları halinde, taraflar ve avukatların uyuşmazlığı çözen bir yazılı anlaşma yapmalarını hükme bağlamıştır. Uzlaşma tutanağı olarak adlandırılan bu anlaşma avukatlar ve müvekkillerince imzalanır. Uzlaşma tutanağı diğer mahkeme hü-kümleri gibi icra edilebilir. İkinci düzenleme, 1 Nisan 2005 te yürürlüğe giren yeni Ceza Muhake-mesi Kanunu ve Ceza Kanununda bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 253. maddesi ve Ceza Kanununun 73. maddesi, savcının veya hâkimin kararına bağlı olarak, bir ceza davasında mağdur-fail uzlaştırmasına ilişkin hükümler içermektedir. Sadece takibi şikâyete bağlı suçlar uzlaştırmaya uygundur. Kanımca, ADR Türk yargı sisteminde medenî hukuk, ticaret hukuku ve ceza hukuku uyuşmazlıklarının çözümünde temel bir işleve sahip olacaktır; zira, yargılama üzerinde çalışan veya dava yolunda büyük güçlüklerle karşılan avukatlar, ADR nin, hukuk davalarının tamamına teşmil edilmesini be-lemektedirler. Hukuk Muhakemeleri Kanunu hâlen, ADR nin kullanılması için gereken yetkiyi vermemektedir. Ancak, ADR yollarının hukuk davalarının tamamında kullanılması için, Hukuk Muhakemeleri Kanunda geniş bir yetki verilmesi gereklidir. Yakın bir gelecekte, özel hukukun bütün alanlarında ADR nin daha önemli ve merkezî bir rol oynayacağı açıktır. There is an essential distinction between conflicts and disputes, though the literature often uses the two terms interchangeably. Conflict is defined as a stole of opposition or hostilities a fight or struggle. A dispute may be viewed as a class or kind of conflict which manifests itself in distinct, justiciable issues. It involves disagreement over issues capable of resolution by negotiation, mediation or third party adjudication. A dispute is an interpersonal conflict that is communicated or manifested. A conflict may not become a dispute if it is not communicated to someone in the form of a perceived incompatibility or a contested claim. Alternative dispute resolution (ADR) represents a movement, away from formal adversarial proceedings on the part of the courts, toward informal processes. ADR can be seen as lying within the framework of the world-wide access-to-justice movement. The beginning of ADR is usually traced to the 1970s in the United States. In the federal district courts, the first mediation and arbitration programs date from the 1970s. Additional expansion of ADR occurred in 1988 when the United States congress authorized ten district courts to implement mandatory arbitration programs and an additional ten to establish voluntary arbitration programs. A major impetus for ADR s rapid growth was a 1976 American Bar Association sponsored National Conference on the Causes of Popular Dissatisfaction with the Administration of Justice. The Conference concluded that alternative forms of dispute resolution, in particular mediation and arbitration, would ease congested courts, reduce settlement time, and minimize costs. The development of neighborhood justice centers (which practice mediation) and multi-door courthouse programs were encouraged. The terms of multi-door courthouse or multi-option ADR describe courts that offer an array of dispute resolution options. These programs direct disputants to the most appropriate dispute-resolving mechanism: facilitation, mediation or arbitration. Some multi-door courthouses refer all cases of certain types to particular ADR programs, while others offer litigants a menu of options. ADR is defined as a range of procedures that serve as alternatives to litigation through the courts for the resolution of disputes, generally involving the intercession and assistance of a neutral and impartial third party. Accordingly in literature the benefits provided by ADR processes may include: 1. lower court caseloads and expenses, 2. reduce the parties? expenses and time, 3. provide speedy settlement of those disputes that were disruptive of the community or the lives of the parties? families, 4. improve public satisfaction with the justice system, 5. encourage resolutions that were suited to the parties? needs, 6. increase voluntary compliance with resolutions, 7. restore the influence of neighborhood and community values and the cohesiveness of communities, 8. provide accessible forums to people with disputes, and 9. teach the public to try more effective processes than violence or litigant for settling disputes. ADR involves many different techniques of bringing parties together, however the main ADR processes are negotiation and mediation. The terms mediation and conciliation are used synonymously. Mediation (or conciliation) is the non-binding intervention by a neutral third party who helps the disputants negotiate an agreement. These are traditional mediation, judicial mediation and modern mediation. The nature and role of the mediator is what distinguishes the process of mediation from other dispute resolution processes. The mediator is a facilitator. The mediator should not impose his or her own judgment of the issues upon that of the parties. Mediation is characterized by its flexibility, taking shape in a variety of models. Mediator approach may manifest in either directive or non directive fashion, or somewhere in between. There may be only one session or several. There may or may not be separate meetings, called caucuses, with the mediator. Mediation sessions are confidential and structured to help parties communicate. As mediations develops, distinct mediation strategies such as facilitative and evaluate are emerging. Regardless of which mediation model a court or mediator follows, most mediations progress through the following stages: Pre-mediation phase, the mediation proper and post-mediation phase. There are direct interested provisions about ADR in the Turkish law system such as Code of Lawyer, Code of Criminal Procedure, Code of Labor, Code of Consumer Protection, and Code of Tax Procedure. There are two main provisions on ADR in the Turkish Law. The first statutory provision that supports ADR is in the Code of Lawyer. According to the article 35/A of the Code of Lawyer if the client claims for conciliation, an attorney may invite the opposite sides to conciliation when the case or the trial is not commenced. If the parties reach an agreement at the end of the conciliation, the statue provides that the parties and the attorneys will execute a written agreement disposing of the dispute. The agreement called conciliation minute? signed by clients and their attorneys. Conciliation minute is enforceable in the same manner as any other final judgment. The second provision is in the new Code of Criminal Procedure and in the Penal Code which came into force on June 1, 2005. Article 253 of the Code of Criminal Procedure and article 73 of the Penal Code, contain provisions about victim-offender mediation in a criminal case, depend on a decision by the prosecution or the judge. Only offenses which can be prosecuted by the public prosecutor only upon complaint of the injured party are suitable for mediation. In my view, ADR will be recognized in Turkish judicial system as having a fundamental role to play in the resolution of civil, commercial and criminal disputes. Because lawyers who work on trials or those who encounter enormous difficulties in litigation expect the ADR to be extended to all civil cases. Nowadays, the Code of Civil Procedure does not provide necessary authority to use ADR. However, a broad authority for using ADR process in all civil actions must be given in the Code of Civil Procedure. It is clear that in all fields of civil dispute resolution ADR will play a central and rather important role in the near future.
  • Thumbnail Image
    Item
    Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda İlâmlı İcranın Etkinliği
    (2013) Özbek, Mustafa Serdar
    Bir icra takibinin amacı, alacaklıların alacak talebinin etkin bir şekilde yerine getirilmesidir. Günümüzde icra ve iflâs sisteminin etkin işlememesi, ekonomik ve ticarî hayatı olumsuz etkilemekte ve adalet hizmetlerine olan güveni sarsmaktadır. Ekonomik hayatta hukukî güvenliğin sağlanması ve toplum barışının korunması, cebrî icra sisteminin hızlı, etkili ve adil şekilde işlemesine bağlıdır. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, adil yargı-lanma hakkına ilişkin kararlarında, icra ve iflâs takiplerini makul süre kavramı içerisinde değerlendirmektedir. Hukuk devleti ilkesi sebebiyle, hem Avrupa hem Türkiyede ilâmların icrasına özel bir önem verilmelidir. Türk İcra ve İflâs Kanunu?nun 24 vd. maddeleri ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince, mahkeme kararlarının icrası hakkında kabul edilen Rec (2003)17 sayılı Tavsiye Kararında yapılan tanıma göre cebrî icra, yargı kararlarının ve diğer adlî veya gayriadlî icra edilebilir kararların, borçluyu, hükmedilen şeyi yapmaya, bunu yapmaktan kaçınmaya veya ödemeye zorlayan hukuk kuralına uygun olarak yerine geti-rilmesi demektir. Günümüzde cebrî icra sisteminin etkinliğini engelleyen bazı temel sorunlar bulunmaktadır. Başlıca sorunlar, iş yükü ve takip sayısındaki sürekli artış ile personelin nitelik ve nicelik yönünden yetersiz olmasıdır. Mevcut sorunların başında, icra takiplerinde borçlunun malvarlığı hakkındaki bilgilere erişimin yetersiz olması gelmektedir. Keza icra daireleri, güç koşullar altında çalışmakta (örneğin mekan darlığı) ve icra dairelerinin vatandaşlar ile avukatlar gözünde olumsuz bir imajı bulunmaktadır. İcra dairelerini ülke çapında temsil edecek bir meslek örgütünün bulunmadığına da işaret etmek önem taşır. İcra daireleri birbirlerinden ayrı ve bağımsız olmakla birlikte, tüm icra dairesi personeli Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan devlet me-murlarıdır. Her gün artan iş yükü karşısında bu sistem, açıkça kapasitesini aşmıştır. Hukuk devleti, ilâmların etkin icrasını gerektirir ve bu amaca ulaşılabilmesi için borçlunun malvarlığının şeffaflığı büyük önem taşır. Hem ilâmlı hem de ilâmsız icrada, rehinle temin edilen ve edilmeyen para alacaklarının tahsili makul sürede ve giderle olmalıdır. Bununla birlikte etkin bir icra taki-binde borçlunun temel hakları kanunla korunmalıdır. Cebrî icra sürecinde alacaklı ile borçlunun hakları arasında bir çatışma bulunur. İyi işleyen bir icra takibi, borçlu ve alacaklının çatışan bu menfaatlerini uzlaştırmalıdır. Dolayısıyla etkin bir icra takibi, bir yandan borçlunun malvarlığının şeffaflığını sağlarken, diğer yandan borçlunun gizlilik hakkına zarar vermeden alacaklı-nın bu malvarlığı hakkında bilgi alma hakkını temin etmelidir. Bir icra takibinin başlamasından sonra alacaklı, borçlunun yerleşim yeri-ni ve malvarlığına ilişkin bilgileri bulmalıdır. Zira icra hukukunun temel bir kuralı olarak, icra takibinde yetkili icra organı, borçlunun yerleşim yerindeki icra organıdır. Ayrıca borçlunun haczi kabil mallarını bulabilmek ve alacağı tahsil edebilmek için de, malvarlığının şeffaflığı bir ön koşuldur. Bu kap-samda, Anayasa ilkeleri olarak bilgiye erişim ve ölçülülük ilkeleri, icra takiplerinde benimsenmek zorundadır. Hâlihazırdaki cebrî icra sistemimizde alacaklılar, borçlunun malvarlığı veya geliri hakkındaki bilgileri bulmakta çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Malvarlığı bilgilerine erişim farklı yol-larla sağlanabilir. Alacaklılar, siciller ve diğer bilgi kaynakları gibi sistemleri araştırarak bilgiye erişebilir veya borçlunun mal beyanını kullanabilir. Örne-ğin, Türk İcra ve İflâs Kanununun 74 ve 75. maddelerine göre borçlu, yazılı veya sözlü olarak icra dairesine mal beyanında bulunak zorundadır. Mal beyanı, hacizden önce alacaklının talebini karşılamaya yetecek miktarda mal veya gelir içermelidir. Borçlunun mal beyanında her türlü kazanç ve geliri, taşınır ve taşınmaz malları, banka hesapları, menkul kıymetleri belirtilmelidir. Borçlu tüm mallarını veya gelirini beyan etmezse, icra mahkemesi tarafından üç aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilir (İİK m. 76). Borçlu gerçeğe aykırı mal beyanında bulunursa, bir yıla kadar hapis cezasıyla ceza-landırılabilir (İİK m. 338). Alacaklı ve borçlunun çatışan menfaatlerini ve ilişkilerini dengelemek maksadıyla, borçlular hakkında bir kamu sicili tutul-malıdır. Bu sicil, borcunu ödememe alışkanlığına sahip ve acze düşmüş borçluları ihtiva etmelidir. Alacaklı, bu sicile erişebilmeli ve cebrî icra ama-cıyla gereken bilgiyi elde edebilmelidir. Borçlunun veya mallarının bulunduğu yerin araştırılması, Avrupa Birli-ğinde sınır aşırı alacak tahsilinin güncel sorunlarındadır. Zira alacaklı ve icra organları borçlunun yerleşim yeri veya malvarlığı hakkında bilgi sahibi ol-madıkları takdirde, alacaklılar sınır aşırı alacak tahsiline ilişkin ilâmları icra edememektedirler. Alacak taleplerinin icrasının düzeltilmesi için, icra organları Avrupa Birliği alanında borçlunun yerleşim yeri ve malvarlığı hakkında doğru bilgi bulabilmelidir. The main goal of an enforcement proceeding is efficient recovery of the creditors? monetary claim. Nowadays, ineffective functioning of enforce-ment and bankruptcy system adversely affects economic life and undermines the confidence in judicial service. Attainment of legal security in economic life and protection of social peace depend on running of enforcement system in a fast, efficient and fair manner. Likewise, the European Court of Human Rights interprets enforcement and bankruptcy proceedings within the con-cept of ?reasonable time limit? in its judgments on the right to a fair trial. Because of the rule of law principle, a special attention must be brought to enforcement of judgments both in Europe and Turkey. According to the definition of enforcement given by articles 24 et seq. of the Turkish Code of Enforcement and Bankruptcy and Recommendation Rec(2003) 17 adopted by the Committee of Ministers of the Council of Europe on enforcement of court decisions, enforcement means ?the putting into effect of judicial deci-sions, and also other judicial or non-judicial enforceable titles in compliance with the law which compels the defendant to do, to refrain from doing or to pay what has been adjudged. There are several current major obstacles to the efficiency of the en-forcement system. Major obstacles are about a constant increase of enforce-ment proceedings and workload, of a chronic lack of staff and of insufficient qualification. On top of this, access to information about debtors assets in enforcement proceedings is not sufficient. Enforcement agents also face difficult working conditions (e.g. lack of space) and a general a poor image from citizens or lawyers. It is also important to point out the lack of repre-sentation of the profession at national level. The enforcement agents are autonomous and independent from each other, even if all employees are civil servants of the Ministry of Justice. Obviously, this system, which must face an ever unceasing workload, has met its limits. Rule of law requires effective enforcement of judgments and thus the transparency of debtors assets are very important to reach this aim. Both enforcement of judgment and enforcement without judgment must recover the secured or unsecured money debts within a reasonable time and cost. In an efficient enforcement proceeding, however, debtors fundamental rights must be protected by law. There is a clash between the debtors and credi-tors rights in enforcement process. A well functioning enforcement pro-ceeding must reconcile the opposing interests of the debtor and creditor. So an efficient enforcement proceeding must provide greater transparency of debtors assets on the one hand and promote the rights of creditors to obtain details on them on the other, without damaging the debtors rights of pri-vacy. After starting an enforcement proceeding, a creditor must find debtor?s address and information about his or her assets. Because, as a basic rule of enforcement law, the competent enforcement organ in an enforcement pro-ceeding is the enforcement organ in the place where the debtor is domiciled. Also, in order to be find attachable assets of a debtor and to recover debt, patrimonial transparency is a prerequisite. In this context access to informa-tion and the principle of proportionality as constitutional principles have to be provided in the enforcement proceedings. Creditors still face some obsta-cles in finding information about the debtors assets or income in current enforcement systems. Access to patrimonial information can be provided by different ways. Creditors can access to information by searching systems like registers and other sources of information or they can use debtor?s assets declaration. For example, according to articles 74 and 75 of the Turkish Code of Enforcement and Bankruptcy (CEB), the debtor is obliged to dis-close his or her assets orally or writtenly before the enforcement organ. It must contain sufficient property or income for the recovery of the creditor?s claim before seizure. All types of winnings and income, movable and im-movable property, bank accounts, stock and shares of the debtor must be revealed in the debtors declaration. If the debtor does not declare all his property and income, he can be punished by imprisonment of up to three months by the enforcement court (CEB a. 76). If the debtor discloses incor-rect information he can be punished by imprisonment of up to one year (CEB a. 338). To balance the relations and the opposite interests of debtors and creditors, there must be a public register on debtors. This register should be relates to unwilling debtors and the insolvent ones. A creditor should able to access to this register and obtain the necessary information for enforce-ment purposes. Inquiring the debtors whereabouts or his assets is one of the current problems of cross-border debt recovery within the European Union. Because when the creditor and the enforcement organs have no information about the debtors location or his assets, the creditors can not enforce judgments on cross-border debt recovery. To improve the enforcement of monetary claims, the enforcement organs must be find accurate information on the debtors location and assets in the territory of the European Union.
  • Thumbnail Image
    Item
    Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda İlâmlı İcranın Etkinliği
    (2013) Özbek, Mustafa Serdar
    Bir icra takibinin amacı, alacaklıların alacak talebinin etkin bir şekilde yerine getirilmesidir. Günümüzde icra ve iflâs sisteminin etkin işlememesi, ekonomik ve ticarî hayatı olumsuz etkilemekte ve adalet hizmetlerine olan güveni sarsmaktadır. Ekonomik hayatta hukukî güvenliğin sağlanması ve toplum barışının korunması, cebrî icra sisteminin hızlı, etkili ve adil şekilde işlemesine bağlıdır. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, adil yargı-lanma hakkına ilişkin kararlarında, icra ve iflâs takiplerini ?makul süre? kavramı içerisinde değerlendirmektedir. Hukuk devleti ilkesi sebebiyle, hem Avrupa hem Türkiye?de ilâmların icrasına özel bir önem verilmelidir. Türk İcra ve İflâs Kanunu?nun 24 vd. maddeleri ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince, mahkeme kararlarının icrası hakkında kabul edilen Rec (2003)17 sayılı Tavsiye Kararında yapılan tanıma göre cebrî icra, ?yargı kararlarının ve diğer adlî veya gayriadlî icra edilebilir kararların, borçluyu, hükmedilen şeyi yapmaya, bunu yapmaktan kaçınmaya veya ödemeye zorlayan hukuk kuralına uygun olarak yerine geti-rilmesi? demektir. Günümüzde cebrî icra sisteminin etkinliğini engelleyen bazı temel sorunlar bulunmaktadır. Başlıca sorunlar, iş yükü ve takip sayısındaki sürekli artış ile personelin nitelik ve nicelik yönünden yetersiz olmasıdır. Mevcut sorunların başında, icra takiplerinde borçlunun malvarlığı hakkındaki bilgilere erişimin yetersiz olması gelmektedir. Keza icra daireleri, güç koşullar altında çalışmakta (örneğin mekan darlığı) ve icra dairelerinin vatandaşlar ile avukatlar gözünde olumsuz bir imajı bulunmaktadır. İcra dairelerini ülke çapında temsil edecek bir meslek örgütünün bulunmadığına da işaret etmek önem taşır. İcra daireleri birbirlerinden ayrı ve bağımsız olmakla birlikte, tüm icra dairesi personeli Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan devlet me-murlarıdır. Her gün artan iş yükü karşısında bu sistem, açıkça kapasitesini aşmıştır. Hukuk devleti, ilâmların etkin icrasını gerektirir ve bu amaca ulaşılabilmesi için borçlunun malvarlığının şeffaflığı büyük önem taşır. Hem ilâmlı hem de ilâmsız icrada, rehinle temin edilen ve edilmeyen para alacaklarının tahsili makul sürede ve giderle olmalıdır. Bununla birlikte etkin bir icra taki-binde borçlunun temel hakları kanunla korunmalıdır. Cebrî icra sürecinde alacaklı ile borçlunun hakları arasında bir çatışma bulunur. İyi işleyen bir icra takibi, borçlu ve alacaklının çatışan bu menfaatlerini uzlaştırmalıdır. Dolayısıyla etkin bir icra takibi, bir yandan borçlunun malvarlığının şeffaflığını sağlarken, diğer yandan borçlunun gizlilik hakkına zarar vermeden alacaklı-nın bu malvarlığı hakkında bilgi alma hakkını temin etmelidir. Bir icra takibinin başlamasından sonra alacaklı, borçlunun yerleşim yeri-ni ve malvarlığına ilişkin bilgileri bulmalıdır. Zira icra hukukunun temel bir kuralı olarak, icra takibinde yetkili icra organı, borçlunun yerleşim yerindeki icra organıdır. Ayrıca borçlunun haczi kabil mallarını bulabilmek ve alacağı tahsil edebilmek için de, malvarlığının şeffaflığı bir ön koşuldur. Bu kap-samda, Anayasa ilkeleri olarak bilgiye erişim ve ölçülülük ilkeleri, icra takiplerinde benimsenmek zorundadır. Hâlihazırdaki cebrî icra sistemimizde alacaklılar, borçlunun malvarlığı veya geliri hakkındaki bilgileri bulmakta çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Malvarlığı bilgilerine erişim farklı yol-larla sağlanabilir. Alacaklılar, siciller ve diğer bilgi kaynakları gibi sistemleri araştırarak bilgiye erişebilir veya borçlunun mal beyanını kullanabilir. Örne-ğin, Türk İcra ve İflâs Kanunu?nun 74 ve 75. maddelerine göre borçlu, yazılı veya sözlü olarak icra dairesine mal beyanında bulunak zorundadır. Mal beyanı, hacizden önce alacaklının talebini karşılamaya yetecek miktarda mal veya gelir içermelidir. Borçlunun mal beyanında her türlü kazanç ve geliri, taşınır ve taşınmaz malları, banka hesapları, menkul kıymetleri belirtilmelidir. Borçlu tüm mallarını veya gelirini beyan etmezse, icra mahkemesi tarafından üç aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilir (İİK m. 76). Borçlu gerçeğe aykırı mal beyanında bulunursa, bir yıla kadar hapis cezasıyla ceza-landırılabilir (İİK m. 338). Alacaklı ve borçlunun çatışan menfaatlerini ve ilişkilerini dengelemek maksadıyla, borçlular hakkında bir kamu sicili tutul-malıdır. Bu sicil, borcunu ödememe alışkanlığına sahip ve acze düşmüş borçluları ihtiva etmelidir. Alacaklı, bu sicile erişebilmeli ve cebrî icra ama-cıyla gereken bilgiyi elde edebilmelidir. Borçlunun veya mallarının bulunduğu yerin araştırılması, Avrupa Birli-ğinde sınır aşırı alacak tahsilinin güncel sorunlarındadır. Zira alacaklı ve icra organları borçlunun yerleşim yeri veya malvarlığı hakkında bilgi sahibi ol-madıkları takdirde, alacaklılar sınır aşırı alacak tahsiline ilişkin ilâmları icra edememektedirler. Alacak taleplerinin icrasının düzeltilmesi için, icra organları Avrupa Birliği alanında borçlunun yerleşim yeri ve malvarlığı hakkında doğru bilgi bulabilmelidir. The main goal of an enforcement proceeding is efficient recovery of the creditors? monetary claim. Nowadays, ineffective functioning of enforce-ment and bankruptcy system adversely affects economic life and undermines the confidence in judicial service. Attainment of legal security in economic life and protection of social peace depend on running of enforcement system in a fast, efficient and fair manner. Likewise, the European Court of Human Rights interprets enforcement and bankruptcy proceedings within the con-cept of ?reasonable time limit? in its judgments on the right to a fair trial. Because of the rule of law principle, a special attention must be brought to enforcement of judgments both in Europe and Turkey. According to the definition of enforcement given by articles 24 et seq. of the Turkish Code of Enforcement and Bankruptcy and Recommendation Rec(2003) 17 adopted by the Committee of Ministers of the Council of Europe on enforcement of court decisions, enforcement means ?the putting into effect of judicial deci-sions, and also other judicial or non-judicial enforceable titles in compliance with the law which compels the defendant to do, to refrain from doing or to pay what has been adjudged?. There are several current major obstacles to the efficiency of the en-forcement system. Major obstacles are about a constant increase of enforce-ment proceedings and workload, of a chronic lack of staff and of insufficient qualification. On top of this, access to information about debtor?s assets in enforcement proceedings is not sufficient. Enforcement agents also face difficult working conditions (e.g. lack of space) and a general a poor image from citizens or lawyers. It is also important to point out the lack of repre-sentation of the profession at national level. The enforcement agents are autonomous and independent from each other, even if all employees are civil servants of the Ministry of Justice. Obviously, this system, which must face an ever unceasing workload, has met its limits. Rule of law requires effective enforcement of judgments and thus the transparency of debtors? assets are very important to reach this aim. Both enforcement of judgment and enforcement without judgment must recover the secured or unsecured money debts within a reasonable time and cost. In an efficient enforcement proceeding, however, debtors? fundamental rights must be protected by law. There is a clash between the debtor?s and credi-tor?s rights in enforcement process. A well functioning enforcement pro-ceeding must reconcile the opposing interests of the debtor and creditor. So an efficient enforcement proceeding must provide greater transparency of debtors? assets on the one hand and promote the rights of creditors to obtain details on them on the other, without damaging the debtors? rights of pri-vacy. After starting an enforcement proceeding, a creditor must find debtor?s address and information about his or her assets. Because, as a basic rule of enforcement law, the competent enforcement organ in an enforcement pro-ceeding is the enforcement organ in the place where the debtor is domiciled. Also, in order to be find attachable assets of a debtor and to recover debt, patrimonial transparency is a prerequisite. In this context access to informa-tion and the principle of proportionality as constitutional principles have to be provided in the enforcement proceedings. Creditors still face some obsta-cles in finding information about the debtor?s assets or income in current enforcement systems. Access to patrimonial information can be provided by different ways. Creditors can access to information by searching systems like registers and other sources of information or they can use debtor?s assets declaration. For example, according to articles 74 and 75 of the Turkish Code of Enforcement and Bankruptcy (CEB), the debtor is obliged to dis-close his or her assets orally or writtenly before the enforcement organ. It must contain sufficient property or income for the recovery of the creditor?s claim before seizure. All types of winnings and income, movable and im-movable property, bank accounts, stock and shares of the debtor must be revealed in the debtor?s declaration. If the debtor does not declare all his property and income, he can be punished by imprisonment of up to three months by the enforcement court (CEB a. 76). If the debtor discloses incor-rect information he can be punished by imprisonment of up to one year (CEB a. 338). To balance the relations and the opposite interests of debtors and creditors, there must be a public register on debtors. This register should be relates to unwilling debtors and the insolvent ones. A creditor should able to access to this register and obtain the necessary information for enforce-ment purposes. Inquiring the debtor?s whereabouts or his assets is one of the current problems of cross-border debt recovery within the European Union. Because when the creditor and the enforcement organs have no information about the debtor?s location or his assets, the creditors can not enforce judgments on cross-border debt recovery. To improve the enforcement of monetary claims, the enforcement organs must be find accurate information on the debtor?s location and assets in the territory of the European Union.
  • Thumbnail Image
    Item
    Eğitimde müzakere ve arabuluculuk becerilerinin kazanılması
    (İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2016-09) Özbek, Mustafa Serdar; Başkent Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Medeni Usul, İcra ve İflas Bölümü
    Müzakere ve arabuluculuk hünerleri eğitimi, gençlerin sorun çözücü bir yaklaşım kazanması için tasarlanmıştır. Uygulamada arabuluculuk yaklaşımı, barışçıl sınıf yaklaşımı ve barışçıl okul yaklaşımı gibi farklı anlaşmazlık çözüm eğitimi yaklaşımları vardır. Gençler, sorun çözücü bir karakter kazanmak için müzakere hünerlerini öğrenmelidirler. Müzakere ve arabuluculuk becerileri eğitimi ilkeli müzakerenin unsurlarından oluşur. Sadece gençler değil fakat arabuluculuk yapmak isteyen kişiler de bu faaliyete başlamadan önce eğitim almalı ve bu işi yaptıkları sürece meslek içi eğitim almayı sürdürmelidirler. Bu tür bir eğitim alternatif uyuşmazlık çözümü ve müzakere hünerleri yanında arabuluculuğun uygulandığı alanlar, iletişim teknikleri, soru sorma ve müzakere teknikleri, müzakere yönetimi, uyuşmazlık analizi ve etik kurallarına ilişkin hünerleri kazandırmayı amaçlamalıdır. Negotiation and mediation skills training should designed for youths to gain structured problem solving approach. There are different approaches to conflict resolution education in practice such as the mediation approach, the peaceable classroom approach or the peaceable school approach. It is necessary to teach negotiation skills to youths to acquiring problem solving processes. Negotiation and mediation skills training encompass the principled negotiation elements. Not only youths but also persons to act as mediators should receive training prior to such a mission and continue to receive in-service training as long as they do such jobs. Such training should aim to provide competency skills on alternative dispute resolution and negotiation skills as well as exercise areas of mediation, communication principles, question and negotiation techniques, negotiation management, dispute analysis and ethical rules.
  • Thumbnail Image
    Item
    Fikir ve sanat eserleri kanunu ile korunan haklar, bu hakların ihlali halinde açılabilecek hukuk davaları ve yargılama usülü
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013) Salmanlı, Dilek; Özbek, Mustafa Serdar
    Düşünce yeteneğine sahip olan insanın bu yeteneğini kullanarak meydana getirdiği fikir ve sanat eserleri üzerindeki hakları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile korunmaktadır. FSEK’te sayılmış bulunan fikir ve sanat eserleri kategorilerinden birine dâhil olan bu eserler üzerindeki hakların ihlâl edilmesi sebebiyle hak sahiplerine hukuk davaları açabilme hakkı tanınmıştır. Tezimizin konusu FSEK’e göre açılan hukuk davalarında yargılama usûlü olduğu için, öncelikle FSEK’ye göre eserin neler olduğu, eserlerin türleri ve eser sahibinin kim olduğu ve bu eser sahibinin hakları kısaca açıklanmıştır, zira hakim, fikrî hak ihlâli sebebiyle önüne gelen dosyada öncelikle hak ihlâli iddiasında bulunan kişinin gerçekten eser sahibi olup olmadığını ve davaya konu olan fikrî ürünün FSEK’te belirtilen eser kategorilerinden birine dâhil olup olmadığını araştırmalıdır. Tezimizin devamında FSEK’ee göre açılabilecek hukuk davalarının hangileri olduğu ve hangi şartlar altında açılabileceği açıklandıktan sonra, bu hukuk davalarındaki yargılama usulûne geçilmiştir. Konuyla ilgili FSEK’te hüküm bulunmayan hallerde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili hükümlerine göre açıklama yapılmıştır. The humanbeing is capable of thoughts whom produces intellectual and artistic works by using this ability, the rights on these intellectual and artistic works are protected by The Copyright Law of Turkey. Right holders have the right to open legal cases due to the violation of the rights of these works which are included into the category of intelectual and artistic works that counted in The Copyright Law of Turkey. Because of the subject of our thesis is proceedings of the civil cases opened according to The Copyright Law of Turkey, primarily according to the Copyright Law of Turkey, what are works, the types of works, who is the owner of the work and the owner’s rights are explained briefly in thesis; because the judge, from the front of the file case due to a violation of the intellectual property, first should investigate whether the person who claims the violation of rights is really the owner or not and also judge should investigate whether the intellectual property which is the subject of the case are in the categories of works stated in the Copyright Law of Turkey or not. In the continuation of our thesis, after explaining the which civil cases can be opened and under what circumstances these civil cases can be opened according to The Copyright Law of Turkey, the proceedings of these civil cases are explained in detailed. When there is no provision in The Copyright Law of Turkey about the subject, the subject is explained by the 6100 numbered Code of Civil Procedure’s provisions .
  • Thumbnail Image
    Item
    Güncel yargıtay kararları ışığında hukuk yargılama usûlünde gider avansı
    (Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2014-10-05) Özbek, Mustafa Serdar; Medeni Usul, İcra ve İflas Hukuku
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesinde ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin (HMKY) 45. maddesinde, davacının dava açarken gider avansı yatırması zorunluluğu kabul edilmiştir . HMK’da gider avansı yatırması zorunluluğu getirilmesinin sebebi, bu konuda yargılama sırasında yaşanan gecikmelerin davaları tıkamasının önlenmesidir . Esasında 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanu-nunda yargılama giderlerinin peşin olarak yatırılmasını sağlayacak hükümler yer almıştır. Mülga HUMK m. 180’de, davacının dava açar-ken, elinde bulunan belgeleri dava dilekçesine eklemesi ve başka yer-lerden getirilecek belgelerin toplanabilmesi için gerekli posta giderini pul olarak vermesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir (HUMK m. 180, 1). Kanundaki bu zorunluluğunun yerine getirilmemesi veya eksik ge-tirilmesi halinde, hâkimin ilk oturumda istenen hususların on günlük kesin süre içinde yerine getirilmesini veya eksikliğin tamamlanmasını davacı tarafa bildirmesi, mülga Kanunun amir hükmüdür (HUMK m. 180, 2). Benzer şekilde mülga Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliğinin (HTMYİY) 35. maddesinde de, tarafların isterlerse, bir miktar gider avansı yatırabilecekleri düzenlenmiş, fakat bu hususta bir zorunluluk getirilmemiştir . Davacıdan dava açarken belirli bir miktar gider avansı alınması sayesinde, dava sırasında her tahkikat işlemi için ayrı ayrı masraf istenmesi ve bu masrafın zamanında alınamaması sebebiyle uğranılabilecek zaman kaybı önlenmek istenmiştir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Güncel yargıtay kararları ışığında hukuk yargılama usûlünde gider avansı (Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukukçuları Toplantısı XI, Güncel yargıtay kararları ışığında HMK uygulaması, Gaziantep, 5-6 Ekim 2013, ZÜHFD 2014/3, s. 103-134)
    (Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015) Özbek, Mustafa Serdar
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesinde, davacının dava açarken gider avansı yatırması zorunluluğu kabul edilmiştir. HMK’da gider avansı yatırması zorunluluğu getirilmesinin sebebi, bu konuda yargılama sırasında yaşanan gecikmelerin davaları tıkamasının önlenmesidir.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hava ve uzay hukukunda tahkimin gelişimi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Öz, Ayşe; Özbek, Mustafa Serdar
    Çalışmamızın temelini, hava ve uzay hukukundaki uyuşmazlıklar oluşturmaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde hava kavramı tanımı verilmiştir. Hava hukukuna konu hava kavramının katmanları anlatılarak tanımlama yapılmıştır. Kısa ve öz olarak hava kavramı anlatılan bu bölümde çalışmamıza konu olan havanın uzaydan ayrıldığı sınırın detayları incelenmiştir. Çalışmamızın ikinci ve üçüncü bölümünde ise, hava ve uzay hukukunun tanımı ile hava ve uzay hukukunda oluşabilecek uyuşmazlıklar incelenmiştir. Gelişmekte olan bir hukuk dalı olarak Hava ve Uzay Hukukunun dayandığı sözleşmeler, genel terimler ve olası hava hukuku sorunları hakkında bir çerçeve çizilmiştir. Çalışmamızın ana konusu oluşturan dördüncü bölümde ise, tahkim kavramına değinilerek, öncelikle uluslararası tahkim ve özellikleri kısa bir çerçevede anlatılmış, daha sonra hava ve uzay hukukunda tahkim gelişimine ayrı ayrı değinilmiştir. Bu bölümde hava ve uzay hukukuna ilişkin Dünya’da oluşan tahkim örnekleri verilerek, bu alanda tahkime neden yönelinmediği, alternatif uyuşmazlık çözümleri çerçevesinde anlatılmıştır. Basis of our study is originated by dispute resolution in the Air and Space Law. In the first section of our study, the definition of the concept of air has been made. The definition is made by explaining the layers of atmosphere. Also, in this section of our study, where we briefly discuss the concept of air, the boundaries of air and space have been examined. The second and third sections of our study, the definition of air and space law and disputes in these areas have been discussed. All conventions, developments, agencies and general terms of the air and space law are indicated. In our last section, which constitutes the primary objective of our study, the reflection of International Arbitration is emphasized. Specifically, in this section, the arbitration in air and space law is examined (separately by giving trial examples). Additionally, in this section, alternative dispute resolution is given as the reason of the non-preferability of the arbitration.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hukuk Yargılama Usulünde Gider Avansı
    (2013) Özbek, Mustafa Serdar
    Adalete erişim akımının ortaya çıktığı 1970?li yıllarda medenî usûl hukukçularının hararetle tartıştığı adalete erişim kavramı, günümüzün çağdaş hukuk devletlerinin temel yapı taşlarından biri olmuştur. Kanun koyucular, gerçekleştirdikleri adalet reformlarında adalete erişim doktrininin esaslarıyla bağlı kalmaya daha fazla hassasiyet göstermiş ve pozitif hukukta adalete erişimin kolaylaştırılmasını sağlayacak düzenlemeler yapmayı temel hedef olarak ortaya koymuşlardır. Adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için geliştirilen farklı çözüm seçeneklerinden biri de, yargılama harç ve giderlerinden kaynaklanan malî engellerin bertaraf edilmesine yönelik olmuştur. Bu kapsamda adalete erişim doktrini, yargılama harç ve giderleri alınmadan, tamamen masrafsız olarak dava açılması veya zorunlu hukuk sigortası sisteminin benimsenmesi gibi cesur ve ufuk açıcı öneriler geliştirmekten çekinmemiştir . Bu tür öneriler ileri sürüldüğü dönemde tatbik edilebilir görülmemişse de, günümüzde sosyal devlet ilkesinin geldiği aşamada adalete erişimin kolaylaştırılması için, yargılama harç ve giderlerini karşılamakta zorlanan işçiler ve tüketiciler gibi ekonomik yönden elverişsiz kişi ve gruplar bakımından, yargılama harç ve giderlerinin ödenmesinde ?sıfır tarife? esasının benimsenmesi mümkündür. Dava sayısı ve yargılama giderlerindeki düzenli artış karşısında, dava yolunun adalete erişimi zorlaştırmayacak şekilde düzenlenmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Bu husustaki önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz yargılama harç ve giderleridir. Türk hukuk yargılama usûlünü yeniden şekillendiren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun kazanımları korunurken, bazı yeni kavram ve kurumlara da yer verilmiştir. Bunlardan biri de, uygulanmasında bazı sorunları da beraberinde getiren, kimi zaman yoğun eleştirilere muhatap olan ve HMK?nın yürürlüğe girmesinden itibaren çok sayıda Yargıtay kararına konu olan gider avansı olmuştur. Bu kitapta gider avansı, adalet erişim doktrininin esasları doğrultunda teorik ve pratik olarak incelenmiştir. Konuyla ilgili Yargıtay kararları tahlil edilerek, mevcut sorunların teşhis ve tedavisi için bir reçete oluşturulmaya gayret edilmiştir. Bu kapsamda gider avansını teorik olarak doğru bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, öncelikle birinci bölümde adalete erişim hakkı ve yargılama giderleri arasındaki ilişki incelenmiş, ardından ikinci bölümde, gider avansına ilişkin mevzuat hükümleri ortaya koyulmuştur. Üçüncü bölümde gider avansının genel esasları değerlendirildikten sonra, dördüncü bölümde gider avansının özel olarak yargılama hukukuyla ilişkisi ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hukuk Yargılama Usulünde Gider Avansı
    (2013) Özbek, Mustafa Serdar
    Adalete erişim akımının ortaya çıktığı 1970 li yıllarda medenî usûl hukukçularının hararetle tartıştığı adalete erişim kavramı, günümüzün çağdaş hukuk devletlerinin temel yapı taşlarından biri olmuştur. Kanun koyucular, gerçekleştirdikleri adalet reformlarında adalete erişim doktrininin esaslarıyla bağlı kalmaya daha fazla hassasiyet göstermiş ve pozitif hukukta adalete erişimin kolaylaştırılmasını sağlayacak düzenlemeler yapmayı temel hedef olarak ortaya koymuşlardır. Adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için geliştirilen farklı çözüm seçeneklerinden biri de, yargılama harç ve giderlerinden kaynaklanan malî engellerin bertaraf edilmesine yönelik olmuştur. Bu kapsamda adalete erişim doktrini, yargılama harç ve giderleri alınmadan, tamamen masrafsız olarak dava açılması veya zorunlu hukuk sigortası sisteminin benimsenmesi gibi cesur ve ufuk açıcı öneriler geliştirmekten çekinmemiştir . Bu tür öneriler ileri sürüldüğü dönemde tatbik edilebilir görülmemişse de, günümüzde sosyal devlet ilkesinin geldiği aşamada adalete erişimin kolaylaştırılması için, yargılama harç ve giderlerini karşılamakta zorlanan işçiler ve tüketiciler gibi ekonomik yönden elverişsiz kişi ve gruplar bakımından, yargılama harç ve giderlerinin ödenmesinde sıfır tarife esasının benimsenmesi mümkündür. Dava sayısı ve yargılama giderlerindeki düzenli artış karşısında, dava yolunun adalete erişimi zorlaştırmayacak şekilde düzenlenmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Bu husustaki önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz yargılama harç ve giderleridir. Türk hukuk yargılama usûlünü yeniden şekillendiren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun kazanımları korunurken, bazı yeni kavram ve kurumlara da yer verilmiştir. Bunlardan biri de, uygulanmasında bazı sorunları da beraberinde getiren, kimi zaman yoğun eleştirilere muhatap olan ve HMK nın yürürlüğe girmesinden itibaren çok sayıda Yargıtay kararına konu olan gider avansı olmuştur. Bu kitapta gider avansı, adalet erişim doktrininin esasları doğrultunda teorik ve pratik olarak incelenmiştir. Konuyla ilgili Yargıtay kararları tahlil edilerek, mevcut sorunların teşhis ve tedavisi için bir reçete oluşturulmaya gayret edilmiştir. Bu kapsamda gider avansını teorik olarak doğru bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, öncelikle birinci bölümde adalete erişim hakkı ve yargılama giderleri arasındaki ilişki incelenmiş, ardından ikinci bölümde, gider avansına ilişkin mevzuat hükümleri ortaya koyulmuştur. Üçüncü bölümde gider avansının genel esasları değerlendirildikten sonra, dördüncü bölümde gider avansının özel olarak yargılama hukukuyla ilişkisi ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hukuk Yargılama Usûlünde Gider Avansının Anayasaya Aykırılığı Sorunu
    (Anayasa Mahkemesinin Kuruluşunun 50. Yılına Armağan, 2012, Say.1, cilt.1, s.444-504,, 2012) Özbek, Mustafa Serdar
    Adalete erişim, en sade ifadesiyle adalet arayanların, adalete ulaşmalarıdır. Adalete erişimin unsurlarından biri de mahkemelere erişimdir. Adalete erişim, mahkemelere erişim unsuruyla, Anayasa hukuku ve medenî usûl hukukunun kesişme bölgesinde kalmaktadır. Yapılacak düzenlemede, davacı tarafından dava açarken, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tahmini bir avans tutarının yatırılması şeklinde bir zorunluluğa yer verilmesi şart değildir. Zira uygulamada, özellikle tebligat giderlerinin yatırılmaması hâlinde, tebligatta gecikmeler olabilmekte ve bu durum davaların uzamasına sebebiyet vermektedir. Bu sebeple, idarî yargılama usûlünde olduğu gibi, tüm yargılama giderleri yerine sadece tebligat gideri için masraf avansı alınması yolu tercih edilebilir. Esasında, 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre de davacı, bütün davalarda, dava dilekçesinin davalıya tebliği için gerekli posta ücretlerini, posta pulu şeklinde peşin olarak ödemek zorundadır. Davacı gerekli posta giderini peşin ödemezse, tebliği çıkaracak merci (mahkeme) tarafından davacıya süre verilir. Davacı, zarurî sebeplerden dolayı bu süreye uyamazsa, mahkeme yeni bir süre verebilir. Bu süreler içinde davacı gerekli masrafı vermezse, davanın açılmamış sayılmasını düzenleyen HMK m. 150 çerçevesinde işlem yapılır . Dava dilekçesinin tebliği dışındaki hâllerde ise, tebligat konusu talebinden sarfınazar etmiş sayılır (Teb.K. m. 5; Teb.Tüz. m. 6). Tebligat Kanunundaki bu hükmün, sadece dava dilekçesinin tebliği için gereken masrafların değil, her türlü tebligat masrafının avans olarak alınması suretiyle genişletilerek uygulanması mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesinde, davaların, yargılama giderlerinin zamanında yatırılmaması yüzünden gecikmesini önlemek maksadıyla öngörülen gider avansının, çıkış noktası ve maksadı itibariyle isabetli bir hüküm olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Ancak hüküm maksadı hâsıl etmemiştir ve bu düzenlemedeki sorun, tüm mahkemelerde aynen uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Davacının, yargılama harçları ile birlikte gider avansı tutarını, dava açarken mahkeme veznesine yatırmasını zorunlu tutan Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesinin birinci fıkrası, avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilmesini ve bu süre sonunda eksiklik tamamlanmazsa, davanın dava şartı yokluğundan usûlden reddedilmesini öngören Hukuk Muhakemeleri Kanunu?nun 114. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ve 120. maddesinin ikinci fıkraları hükümleri, iş ve tüketici mahkemelerinde görülen davaların hususiyetleri nazara alındığında, Anayasanın sosyal hukuk devleti ilkesi (Anayasa m. 2), devletin ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma ödevi (Anayasa m. 5), kanun önünde eşitlik ilkesi (Anayasa m. 10), hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkıyla (Anayasa m. 36; 90; İHAS m. 6) bağdaşmamaktadır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    İcra ve İflâs Kanununda mal beyanında bulunma yükümlülüğün ihlâli hâlinde öngörülen tazyik hapsi ve disiplin hapsinin mükerrer cezalandırma yasağı bakımından değerlendirilmesi
    (Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2015) Özbek, Mustafa Serdar; Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk (Medenî Usûl, İcra ve İflâs Hukuku) Anabilim Dalı
    İsviçre ve Türk Medenî Kanunlarında, sorumluluğun konusunun borçlunun bütün malvarlığı olduğunu belirten açık hükümler olmasa da, gerek Türk Medenî Kanunu gerek İcra ve İflâs Kanununda sınırsız sorumluluk ilkesi benimsenmiş ve borçlunun alacaklılara karşı bütün malvarlığıyla (şahsî olarak) sorumlu olduğu kabul edilmiştir. Borçluyla hukukî bir ilişkiye giren alacaklı, borçlunun malvarlığına, ödeme ahlâkına, ödeme gücüne güvenerek borçluya kredi açar. Borçlu bu güvene sadık kalmaz ve borcunu ifa etmezse, alacaklı cebrî icraya başvurarak, verdiği kredinin borçlunun malvarlığı unsurlarının haczi ve paraya çevrilmesi sûretiyle tahsiline çalışır. Dolayısıyla cebrî icrada borçlunun malvarlığı, “alacaklılarının müşterek rehni” (alacaklıların alacaklarının teminatı, borçlunun tekmil borçlarının teminatı) olarak kabul edilir ve alacağın tahsili amacıyla malvarlığı unsurları üzerinde haciz (İİK m. 78 vd.) yapılabilir . Borçlunun malvarlığı, şahsî sorumluluğu çerçevesinde alacaklıya alacağını tahsil etme konusunda bir güvence teşkil etmekte ve alacaklıların müşterek rehni makamında olmaktadır (İİK m. 311/1). Borçlunun tekmil borçlarının teminatı olması bakımından alacaklı, borçlunun malvarlığı hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bunun en temel yöntemlerinden birisi de hiç kuşkusuz borçlunun icra takibinde mal beyanında bulunmasıdır. Gerek mukayeseli hukuk gerek Türk hukuku hükümleri nazara alındığında İcra ve iflâs hukukunda mal beyanı, borçlunun gerek kendi gerek üçüncü kişiler elinde bulunan her türlü veya haczi kabil mal, hak ve alacaklarının tamamı ya da borca yetecek miktarının çeşit ve niteliklerini, her türlü kazanç ve gelirlerini, haczedilebilir mal veya geliri yoksa bu hususu, yaşayış şekline göre geçim kaynaklarını ve buna göre borcunu nasıl ödeyebileceğini, yazılı veya sözlü olarak ya da borçlunun yemini veya yeminle temin edilmiş ifâdesiyle icra organına veya mahkemeye bildirmesidir . Türk hukukunda mal beyanının verilmesinde borçlunun yemini veya yeminle temin edilmiş ifâdesi aranmamaktadır. Mal beyanında bulunma yükümlülüğü, cebrî icranın yürümesi ve borçlunun malvarlığının şeffaflığının sağlanması bakımından kilit rol oynamaktadır. Bu sebeple İcra ve İflâs Kanununda borçlunun mal beyanında bulunma yükümlülüğü öngörülmüş ve bu yükümlülüğe uyulmasını temin etmek bakımından, mal beyanında bulunmayan borçlu hakkında iki ayrı yaptırıma yer verilmiştir. İİK m. 76’da yer verilen birinci yaptırım, süresinde mal beyanında bulunmayan borçluyu mal beyanında bulunmaya zorlamak için, beyanda bulununcaya kadar borçlunun icra mahkemesince hapisle tazyik edilmesidir. İcra ve İflâs Kanununda, hiç veya kanûnî süresinde mal beyanında bulunmayan borçlu için öngörülen ikinci yaptırım İİK m. 337, 1’de yer almış ve mazereti olmaksızın yasal süresi içinde mal beyanında bulunmayan borçlu hakkında, alacaklının şikâyeti üzerine, on gün disiplin hapsi cezası verileceği belirtilmiştir. Alacaklının alacağını karşılayacak miktarda malın haczedilmesi veya borcun ödenmesi hâlinde, bu ceza düşmektedir. İİK m. 337, 1’de yer alan disiplin hapsi hükmü, Anayasa Mahkemesinin 28.2.2008 tarihli, 2006/71 E. ve 2008/69 K. sayılı iptal kararıyla, İİK m. 76’da bulunan tazyik hapsi sebebiyle, aynı fiil hakkında kanunda iki ceza verilmesi benimsendiği gerekçesiyle, tekrar yargılama ve cezalandırma yasağına aykırı görülmüş ve iptal edilmiştir. Ancak İİK m. 337, 1’de yer alan disiplin hapsinin, İİK m. 76’da bulunan tazyik hapsiyle tekrar yargılama ve cezalandırma yasağına aykırı bir düzenleme oluşturduğu görüşü eleştirilmeyi hak etmektedir.
  • Thumbnail Image
    Item
    İcra-İflas ve Kamu İcra Hukuku Açısından Merkezi Kayıt Kuruluşunun Mallarının Haczedebilirliği
    (BATİDER, 2012, Say.4, cilt.28, s.85-142,, 2012) Özbek, Mustafa Serdar
    Sermaye piyasası araçları ve bunlara ilişkin haklar, Merkezî Kayıt Kuruluşu (MKK) tarafından kayden izlenir. Anonim şirket olarak kurulan MKK, özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptir ve Sermaye Piyasası Kurulunun gözetim ve denetimi altındadır. MKK nın kuruluş, faaliyet, çalışma ve denetim esasları yönetmelikte belirlenmiştir. MKK, ihraççılar ve aracı kuruluşlar, kendi tuttukları kayıtların yanlış tutulmasından dolayı, hak sahiplerinin uğrayacağı zararlardan kusurları oranında sorumludur. Bu kapsamda söz konusu süjeler, zararlarının tazmini maksadıyla MKK ya karşı hukuk davası açabilirler. Dava sonunda bu kişiler, ilâmlı icra takibi sürecinde MKK nın mallarının haciz ve satışı için bir icra takibi başlatmak zorunda kalabilirler. Merkezî Kayıt Kuruluşunun Kuruluş, Faaliyet, Çalışma ve Denetim Esasları Hakkında Yönetmeliğin 20. maddesine göre, MKK nın para, evrak ve her çeşit malları Devlet malı hükmündedir. Ancak bu hüküm, MKK nın mallarının haczini engellememektedir. Zira 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 82. maddesine göre Devlet malları haczedilemez. Bu bağlamda, ilgili mevzuatta, MKK ya ait malların haczedilemeyeceğini öngören herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla MKK nın malları, ilâmlı ve ilâmsız icra takibi kapsamında alacaklılar tarafından haczedilebilir. Records on capital market instruments and rights related to them shall be kept in book entry form by the Central Registry Agency (CRA). CRA, which was incorporated in the form of a stock company, is a legal entity under private law and under the supervision of the Capital Market Board. The establishment, operation, working and supervision principles of the CRA were determined by directive. The CRA, issuers and intermediary institutions shall be liable in the proportion of their fault for damages to the holders of a right due to errors in the records keep. Within this context, these subjects can file a lawsuit against the CRA in order to obtain compensation for their losses. At the end of the litigation, they may have to start an enforcement proceeding in order to seize assets of the CRA and force their sale in the enforcement of judgment process. According to article 20 of the Directive Concerning Incorporation, Operation and Supervision of the Central Registry Agency, the money, documents and all kinds of properties of the CRA are considered State property. However this provision does not prevent attachment of assets of CRA. Because, according to article 82 of Enforcement and Bankruptcy Code no. 2004, the property belonging to the State cannot be seized. In this connection there is not any provision under the relevant legislations providing that property belonging to the CRA cannot be seized. Therefore the assets of the CRA can be attached by the creditors within the framework an enforcement of judgment and enforcement without judgment proceeding.
  • Thumbnail Image
    Item
    İflâs Davasının Hukukî Mahiyeti
    (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, Say.1, cilt.61, s.207-274,, 2012) Özbek, Mustafa Serdar
    Tüm iflâs yollarına uygulanan iflâs hukuku hükümleri, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununda (İİK) düzenlenmiştir. İflâs takipleri, münferit alacaklının değil, grup olarak tüm alacaklıların tatmini üzerinde yoğunlaşır. İflâs talebinde bulunmak isteyen bir alacaklı, yetkili icra dairesine başvurmalıdır (İİK m. 154). İcra dairesi aracılığıyla borçluya, yazılı bir iflâs ödeme emri gönderilir. Bu iflâs ödeme emri, borçlunun yedi gün içinde borcunu ödemediği ve ödeme emrine itiraz etmediği takdirde, alacaklının ticaret mahkemesine müracaatla borçlunun iflâsını talep edebileceği ihtarını içerir (İİK m. 155). Borçlunun yedi gün içinde itirazlarını ileri sürmesinin ardından, borçlu aleyhinde yapılan iflâs takibi kendiliğinden durur. İflâs ödeme emrine itiraz edilmesi üzerine alacaklı, iflâs ödeme emrinin borçluya tebliğinden ibaren bir yıl içinde, ticaret mahkemesinden borçlunun itirazının kaldırılmasını ve iflâsına karar verilmesini isteyebilir. İflâs ödeme emrine yedi gün içinde itiraz edilmezse, alacaklı ticaret mahkemesinden sadece borçlunun iflâsına karar verilmesini ister (İİK m. 156). İflâs davasında mahkeme, alacaklı ve borçluyu dinler ve alacağın varlığı hakkında genel hükümlere göre karar verir (İİK m. 158). İflâs talebi hâlinde mahkeme, ilk önce alacaklıların menfaati için zarurî gördüğü bütün muhafaza tedbirlerini emredebilir. Bu süreçte iflâs davası, bağımsız bir dava olmaktan ziyade, tüm iflâs takibinin bir paçasıdır. The law of bankruptcy provisions is contained in the Enforcement and Bankruptcy Code No. 2004 (EBC) which applies all kind of bankruptcy proceedings. The bankruptcy proceeding is focus on satisfaction of all creditors as a group, rather than on any one creditor. A creditor who wants to file for bankruptcy must apply to competent enforcement office (EBC a. 154). A written bankruptcy payment order is sent through the enforcement office to the debtor. This bankruptcy payment order contains a warning to the debtor that creditor can claim the insolvency of the debtor form the commercial court if the debtor fails to pay the debt, or to declare his objections to the claim of debt within seven days (EBC a. 155). After declaring the debtors objections within seven days, bankruptcy proceeding against the alleged debtor automatically stops. Upon objection to bankruptcy payment order, the creditor may, within one year after serving of the bankruptcy payment order on the debtor, go to the commercial court and claim dismissal of objection and adjudicate the debtor bankrupt. If objection to bankruptcy payment order is not requested by the end of seven days, the creditor will go to the commercial court and only claim adjudicate the debtor bankrupt (EBC a. 156). In bankruptcy litigation, the court hears the debtor and the creditor and decides the existence of the claimed debt in accordance with general law provisions (EBC a. 158). Upon bankruptcy claim, the court may take all kinds of measures required for protection of interests of the creditors (EBC a. 159). In this process, bankruptcy litigation is a part of the whole bankruptcy proceeding rather than a separate litigation.
  • No Thumbnail Available
    Item
    İşe iade davalarında yargılama usulü
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Taş, Özlem Ece; Özbek, Mustafa Serdar
    Modern İş Hukukunun doğuş nedeni, işçilerin zayıf konumda olması sebebi ile ekstra korunmaya ihtiyaç duymalarıdır. Burada asıl amaç, sosyal adaletin sağlanması ve toplumsal dengenin korunması olarak belirlenmiştir. İşçi işverene bağımlı ve otoritesine tabidir. Kendisinin ve ailesinin geçim kaynağı olan ücret alacağı, işinin devamlılığı ile sağlanabilecektir. Bu nedenle ekonomik olarak işverene tam bağımlı ve muhtaçtır. Anayasamız ile de güvence altında olan çalışma ve yaşamını insani standartlarda sürdürme hakkının etkin bir şekilde hayata geçirilmesi için, işçi ve işveren arasındaki çalışma ilişkisinin varlığını korumak, devamlılığını sağlamak, konulan kuralları ve bu kuralların hakkaniyete uygunluğunu denetlemek oldukça önem arz etmektedir. Nitekim çalışma konumuz, işçinin iş ilişkisinin devam edeceği yönünde kendisini güvence altında hissetmesi ve ailesinin geçimini sağladığı ücret alacağını kaybetme tedirginliği duymadan haklarını savunabileceği zemini sağlamak amacı ile getirilmiş, iş güvencesi hükümleri ile bu hükümlerin usulen nasıl uygulanacağıdır. Çalışmamız dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde iş güvencesinden faydalanma koşulları, ikinci bölümde iş sözleşmesinin feshinde uygulanması gereken usul, üçüncü bölümde geçerli nedenle yapılan feshe itirazın usulleri ve dördüncü olarak son bölümde ise işe iade davasının sonuçları doktrin ve yargı kararları çerçevesinde incelenmiştir. The reason for the emergence of Modern Labor Law is that employee need extra protection as they are in a weak position. The main aim is to ensure social justice and to preserve social balance. The employee is dependent on the employer and is subject to his authority. The unpaid wage is the source of employee’s and his/hers family’s livelihood and the continuity will be attained by his work. Therefore, the employee is economically dependent on the employer. Putting into practice the right of work guaranteed by the Constitution, maintaining the existence of the labor relations between the employee and the employer, ensuring the continuity, setting the rules and controlling the fairness of these rules are very important to maintain the existence of a labor relations between the employee and the employer. As a matter of fact, the issue of this study is how to implement these provisions with the provisions of Labor security, which have been brought to ensure that the employees feels safe in the direction of his / her employment relationship will continue and that he / she does not feel anxious about losing his / her family's living wage. The study consists of four parts. In the first part, the conditions for benefiting from job security have been examined. In the second part, the procedure to be applied in the termination of employment contract, and in thrid part, the procedures of objection to termination have been examined. Lastly, in the fourth part, the results of the return to employment lawsuit are examined within the framework of the doctrine and judicial decisions.
  • Thumbnail Image
    Item
    İşe İade Davasında Davacı İşçinin Tedbiren İşe İadesi
    (Çalışma ve Toplum, 2012, Say.4, cilt.35, s.11-39,, 2012) Özbek, Mustafa Serdar
    İşveren, geçerli bir sebep olmadan iş sözleşmesini feshederek işçiyi işten çıkarırsa, iş güvenmesi kapsamında işçi, iş mahkemesinden işe iadesi yönünde bir hüküm verilmesini talep etme hakkına sahiptir. İş iade davasında yargılama süreci uzun zaman alabilir. İşçi, işe iadesine hükmedilene kadar, çalışmak zorundadır. Yargılama sürecinde işçi, mahkeme kararıyla tedbiren işe iade edilebilir. İçinin tedbiren işe iadesi, geçici koruma tedbirleri kapsamında eda amaçlı bir tedbirdir. Zira bu geçici koruma tedbirinde, mahkeme kararıyla işverenin bir işi yapması emredilir. Eda amaçlı bir tedbir olarak işçinin tedbiren işe iadesi, işe iade davası süresince geçimini sürdürmesini tehlikeye sokan bir durumun önlenmesi için gereklidir. If the employee is treated as unfairly dismissed where the employer terminates the labour contract, the employee has the right to claim a judicial order for his re-instatement from labour court within the framework of the protection of employees. In re-instatement (re-engagement) litigation, the trial process may take a long time. Until the employee is ordered to be re-instated, he or she has to work. In the trial process the employee can be ordered re-instatement provisionally by the judicial order. Provisionally re-instatement of the employee is a kind of performance order within the context of provisional protective measures. Because the employer is ordered to performance of an act by the judicial order in this provisional protective measure. Ordering for provisionally re-instatement of the employee as a performance order is necessary to avert a risk to the livelihood of the employee during the re-instatement litigation process.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kanun yoluna başvurmanın ilâmların icrasına etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Hanecioğlu, Nazlıhan; Özbek, Mustafa Serdar
    Toplum içerisinde borçlunun borcunu zamanında ve gereği gibi ifa etmesi beklenmektedir. Ancak bu süreç içerisinde yaşanılan bir aksaklığa karşı alacaklının haklarının korunması adına Devlet alacaklıya kendisine başvurma hakkı tanımıştır. İcra ve İflas Kanunu’nda ilâmlı icra takibi, alacaklının hakkına ulaşabilmek için başvuracağı bir yol olarak belirlenmiştir. Hukukumuzda belirli istisnalar hariç ilâmların icraya konulabilmesi için kesinleşme şartı aranmamaktadır. Kanun yoluna başvuru kararın icrasını etkilemez. Hâlbuki kanun yoluna başvurunun erteleyici ve aktarıcı olmak üzere iki temel özelliği vardır. Kurallar çerçevesinde belirlenmiş istisnalar dışında kalan ilâmlı icra takibinin durması için borçlu tarafından “icranın geri bırakılması kararı” alınması gerekmektedir. Çalışmamız bir kanun yolu olan kanun yolu müessesesin ilamların icrasına etkisine ilişkindir. Bu çerçevede çalışmamızın ilk bölümünde, istinaf başvurusunun cebri icraya etkisi üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde ise istinaf yoluna başvurulmasıyla erteleyici etkinin kendiliğinden doğduğu ilâmlar incelenecek olup üçüncü ve son bölümde istinaf yoluna başvurulmasıyla erteleyici etkinin doğmasının geciktirici şarta bağlı olduğu ilâmlar üzerinde durulacaktır. In social life, a debtor is expected to perform their debt duly and as required. However, in order to protect the creditor’s rights in the case of any problems throughout this process, the creditor is granted by the State the right to pursue legal proceedings. In the Debt Enforcement and Bankruptcy Law, enforcement proceeding with judgment is established as a legal procedure to be pursued by a creditor to secure their rights. In Turkish Law, with a few exceptions, res judicata is not necessary for a judgment to be enforced. The pursuit of legal proceedings will not affect the enforcement of a verdict. However, the pursuit of legal proceedings has two basic characteristics: suspension and transference. In order to suspend an enforcement proceeding with judgment other than legally stipulated exceptions, a debtor must obtain an “enforcement suspension verdict”. The present study is concerned with the effect of appeals, which refer to a form of legal proceeding, on the enforcement of judgments. Within this framework, the first section will focus on the effect of the request for appeal on the compulsory enforcement. The second section will investigate those judgments envisaging an automatic suspensive effect upon the request for appeal, and the third and last section will discuss those judgments in which the suspensive effect to arise upon the request for appeals depends on a suspensive condition.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kesinleşmeden İcra Edilemeyecek İlâmların Kesinleşmeden Önce İcraya Konulması
    (Başkent Universitesi Hukuk Fakültesi, 2016-03) Özbek, Mustafa Serdar; Başkent Üniversitesi
    Para alacağı ve taşır teslimine ilişkin ilâmlar, olağan kanun yoluna başvurulmuş olsa bile şeklî anlamda kesinlik kazanmadan önce icraya konulabilir. Bu ilâmlar, hakkında kanun yolu başvurusu yapılmış olmasına rağmen kabili icradır. Yargıtay, borçlunun talebi üzerine, teminat mukabili temyiz incelemesi sonuçlanmadan önce icranın ertelenmesi kararı verebilir. Bununla birlikte, aile hukuku, kişiler hukuku ve taşınmaz mallar üzerindeki aynî haklara ilişkin ilâmlar kanunen, derhal icra edilemez. Bu ilâmlar şeklî anlamda kesinleşmeden önce ilâmlı icra takibi başlatılırsa, icra mahkemesi icra memurunun işlemine karşı yapılan şikâyet üzerine derdest icra takibini iptal eder. Çünkü bu tür ilâmların ilâmlı icra kapsamında icraya konulabilmesi için şeklî anlamda kesinleşmesi gerekir. Judgments about money claims and movable delivery are enforceable before constitutes a res judicata, regardless of any ordinary methods of review (appeal). These judgments can be enforceable in spite of their being subject to methods of appeal. The court of cassation, upon request of the debtor, may order suspension of enforcement of judgment before the hearing of the appeal, ordering the posting of security by the debtor. However judgments involving property rights over immovable properties, family law and law of persons are not enforceable by law as of the time they where rendered. If enforcement proceeding starts before they constitutes a res judicata in these judgments, enforcement court judge shall review complaint concerning the enforcement and bankruptcy offices transaction and will annul pending enforcement proceedings. Because these kinds of judgments must constitute a res judicata in order to be enforceable within the framework of enforcement of court decisions.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kripto para varlıklarının cebri icra yolu ile haczi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özsoy, İlker Mete; Özbek, Mustafa Serdar
    Tarihin bir döneminde insanlık tarafından icat edilen para, yıllar boyunca çeşitli şekillerde karşımıza çıkmış, son olarak içinde bulunduğumuz dönemde yaşama kâğıt paralar hâkim olmuştur. Fakat kâğıt paranın bu hâkimiyet dönemi içerisinde dijital ve elektronik para kavramları da piyasada kendilerine yer bulmuşlardır. Dijital ve elektronik para kavramları teknolojinin, bilhassa bilişim teknolojisinin, gelişimiyle paralel olarak ortaya çıkmıştır. Dijital ve elektronik para kavramları uygulamada birçok yenilik ve farklılık getirmiş olsa da nihayetinde geleneksel para birimlerine bağlı varlıklar olmaları sebebiyle sistemin temelleri üzerinde değişiklik yaratacak etkiler göstermemişlerdir. Ancak daha yakın geçmişte ortaya çıkan kripto para türleri bu bakımdan çok daha büyük bir potansiyel taşımaktadırlar. Kripto paralar; blockchain adı verilen teknolojiyi kullanarak, bütünüyle dijital ortamda yaratılan, fizikî dünyada karşılığı olmayan türlerdir. Merkezî bir sisteme veya hiçbir ulusal para birimine bağlı değillerdir. 2009 yılında ilk örnek olarak ortaya çıkan Bitcoin; uzunca bir süre özel meraklıları dışında kimsenin ilgisini çekmemiş, küçük meblağlar karşılığında alınıp satılmıştır. Fakat son birkaç yıl içerisinde hem değerinde hem türlerinin sayısında büyük artışlar yaşanmıştır. Böylelikle pek çok alanın tartışma konusu hâline gelmişlerdir. Hukuk bilimi de doğal olarak bu alanlardan biri olmuştur. Bugüne dek yapılan tartışma ve çalışmaların büyük çoğunluğu konunun vergi ve ceza hukuku yönünden durumunu ele almıştır. Ben çalışmamda konuyu icra hukuku bakımından ele alarak kripto para varlılarının haczedilip haczedilemeyeceğini ve haczi durumunda bunun ne şekilde gerçekleştirilebileceğini tartıştım. Öncelikle kripto paraların ortaya çıkışına kadarki süreçte paranın tarihsel gelişimine, ardından kripto para varlıklarına ilişkin bilgilere yer verdim. Sonrasında icra hukukunda haciz müessesesine ve bu konunun alt başlıkları arasında haczedilemezlik hâllerine değindim. Bu bölümlerde çalışma problemimin çözümüne yardımcı olmaları hedefiyle haczin amacını, türlerini, hangi şeyler üzerinde gerçekleşebileceğini ve nelerin haczedilemeyeceği hususlarını ortaya koydum. Son bölümde ise ilk iki bölümdeki veriler ışığında kendi yorumlarımı yoğunlaştırarak problemi çözümlemeye çalıştım. Mülkiyet, malvarlığı gibi kavramlar üzerinden kripto paraların sahipleriyle olan bağını kurmaya, sonrasında hukukî tariflerini yapmaya gayret gösterdim. Bu aşamalardan sonra kripto paraların haczine hukuken bir engel olmadığı yönünde görüşümü bildirdim. Son olarak hukuken yapılacak olan nitelemenin (para?, emtia?, menkul kıymet?) haciz bakımından yaratacağı sonuçlar üzerinde durdum. The Money which is invented by mankind one day at a history, overtake to us with diversely for the human life. After this development of Money, banknote system (paper Money system) dominates the market. But, digital and electronic cashies could also have widespread market coverage in dominance period of bank notes. The concepts of digital and electronic cashies have appeared correspondingly with improvement of technology, especially with information technology. Even though digital and electronic cashies had brought many innovations and variety in practice, they could not change bare bones of currency-economical system due to their’ deeply commitment with traditional monetary units (bank notes etc.).Yet, crypto currencies which have appeared recently, have a great potential about denaturing bare bones of currency-economical system. Crypto currencies which are non-equivalent currencies in physical world are the type of money which is totally created in digital media. Crypto currencies are not depending on any system or any national monetary unit. “Bitcoin(one type of crypto currencies and most popular one)” which has appeared first in 2009, did not float anybody's boat apart from its devotees and is merchandised, bought or sold for a nominal fees(small amounts). But, admittedly, over the past several years, values and varieties of crypto currencies are in upward tendency. Thus, the concept of crypto currencies has become controversial issue in many disciplines such as Law. The great majority of these controversies are about crypto currencies’ relationship between tax or penal law. In my thesis study, it is first discussed capability of being distrained of crypto currencies and the process of attachment. Primarily, I mentioned about historical process of the money until crypto currencies had been occurred. After that, I tried to talk about some various information about existence of crypto currencies. Then, I touched upon process of attachment and garnishment in Turkish Enforcement Law and non-seizability process which is the one of the under titles of process of attachment and garnishment. Among these chapters, the aim and types of impressment is mentioned and thereafter, it is talked about things which can be subjected to execution. In final chapter, I tried to solved the problem by consolidating my remarks using some terms which is explained first and second chapters. In the sequel, I spread on efforted to establish a solid relation between crypto money spenders and concept of ownership and wealth and to define the meaning of these processes beyond law. After evaluating concepts aforementioned above, I presented my positive opinion about existence of crypto currencies. Terminally, the results about impressment processes which is occurred by qualifying with law (money, commodity or security are criticized.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| Başkent Üniversitesi | Kütüphane | Açık Bilim Politikası | Açık Erişim Politikası | Rehber |

DSpace software copyright © 2002-2025 LYRASIS

  • Privacy policy
  • End User Agreement
  • Send Feedback
Repository logo COAR Notify