Başkent Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
Başkent Üniversitesi DSpace, üniversitemiz tarafından doğrudan veya dolaylı olarak yayınlanan kitap, makale, tez, bildiri, rapor ve araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar. Bu sistem, üniversitemizin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak amacıyla telif haklarına uygun olarak Açık Erişim imkanı sağlar.
Başkent Üniversitesi Kütüphanesi için tıklayınız..

Communities in DSpace
Select a community to browse its collections.
Recent Submissions
Sekonder Hiperparatiroidi Tedavisinde Subtotal Paratiroidektomi Sonuçlarımız
(Başkent Üniversitesi, 2004-09) Ö. Başaran,; G. Moray,; M. C. Yağmurdur,; H. Karakayalı,; N. Bilgin
Amaç: Sekonder hiperparatiroidi kronik böbrek yetmezliğinin klasik bir özelliğidir. Bu çalışmada amaç, son 6 yıl
içinde merkezimizde sekonder hiperparatiroidi nedeniyle
ameliyat edilen hastaların sonuçlarını değerlendirmektir.
Materyal ve Metod: Çalışmada Mart 1996 ile Haziran
2003 arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel
Cerrahi Anabilim Dalında sekonder hiperparatiroidi
nedeniyle ameliyat edilen 20 hasta değerlendirildi.
Sonuçlar: Hastalarda ameliyat sonrası dönemde herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Ortalama 25.7 ay (12-49
ay) takip edilen hastalarda hiperparatiroidizm rekürrensi
görülmedi. Ameliyattan sonraki 12 aylık takipte ortalama
serum kalsiyumu 8.0±1.2 mg/100 ml (7.8-9.5 mg/100
ml) ve serum fosforu 6.7±1.8 mg/100 ml (5.5-7.1 mg/100
ml) olarak saptandı. Alkalen fosfataz düzeyi ameliyattan
sonra tüm hastalarda normale döndü (188±56 U/L).
Ameliyattan önce yüksek parathormon düzeyi saptanan
tüm hastalarda ameliyat sonrası gün bakılan parathormon düzeyi normal sınırlarda bulundu.
Yorum: Paratiroid cerrahisi kronik böbrek yetmezlikli
hastalarda izlenen sekonder hiperparatiroidide halen önemini koruyan ve sıklıkla gerekli olan bir tedavi
seçeneğidir. Bizim deneyimimize göre subtotal
paratiroidektomi sekonder hiperparatirioidi tedavisinde
oldukça etkili bir yöntemdir.
Subtotal Parathyroidectomy in the Treatment of
Secondary Hyperparathyroidism: Results From a
Center in Turkey
Objective: Secondary hyperparathyroidism is a classic
feature of chronic renal failure. The aim of this study was
to evaluate the efficacy of subtotal parathyroidectomies
performed in this patient group over the past 6 years at a
hospital in Turkey.
Patients and Methods: The study involved 20 consecutive patients who underwent subtotal parathyroidecomy
for treatment of secondary hyperparathyroidism in the
Department of General Surgery at Baskent University
between March 1996 and June 2003.
Results: None of the 20 patients experienced surgery-related complications, and there was no recurrence of
hyperparathyroidism during follow-up (mean, 25.7
months; range, 12-49 months). At 12 months after
surgery, the mean serum calcium level was 8.0±1.2
mg/100 ml (range, 7.8 to 9.5 mg/100 ml) and the mean
serum phosphorus level was 6.7±1.8 mg/100 ml (range,
5.5 to 7.1 mg/100 ml). In all cases, serum alkaline phosphatase returned to normal after the operation (mean
188±56 U/L). Also, all the patients had elevated serum
parathormone levels preoperatively, and these normalized
in all 20 cases within 1 day after surgery.
Conclusion: Parathyroid surgery remains an important
therapeutic option for secondary hyperparathyroidism
associated with renal failure. The results from this center
indicate that subtotal parathyroidectomy is a very effective treatment for secondary hyperparathyroidism.
Renal Osteodistrofi: Patogenez, Tanı ve Tedavi
(Başkent Üniversitesi, 2004-09) P. I. Ağras; E. Baskın; Ü. Saatçi
Kronik böbrek yetmezliğinde görülen kalsiyum, fosfat ve
vitamin D metabolizması bozuklukları sekonder hiperparatiroidi gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bu
durum önemli morbiditeye yol açan renal osteodistrofi
gelişmesine ve vasküler kalsifikasyonlara bağlı olarak
kardiyovasküler mortalitenin artmasına neden olmaktadır. Bu sonuçların önlenebilmesi için kronik böbrek
yetmezliği sürecinde kalsiyum-fosfat metabolizması
bozuklukları ve renal osteodistrofinin patogenezinin
anlaşılması, hassas ve özgül tanı yöntemleri ile uygun
tedavi seçeneklerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Son
yıllarda renal osteodistrofinin patogenezini moleküler
düzeyde inceleyen çalışmalar yapılmaktadır. Tanıda
parathormonun yanısıra kemik formasyonu ve rezorbsiyonunu gösteren biyokimyasal parametreler kullanılmaktadır. Tedavide, diyette fosforun kısıtlanması, fosfat
bağlayıcılar ve kalsimimetikler, diyaliz tedavisinin
yoğunlaştırılması, vitamin D ve analoglarının kullanımı
ile hiperparatiroidinin supresyonu ve paratiroidektomi
gündemdedir. Kronik böbrek yetmezliğinin çeşitli dönemlerinde, biyokimyasal belirleyicilerin yardımı ile, hastaya
özel ayarlamalar da yapılarak, uygun kombinasyonlarda
tedavilerin uygulanması KBY hastalarında kemik
hastalığına bağlı morbidite ve mortalitenin azaltılmasına
katkıda bulunacaktır
Renal Osteodystrophy: Pathogenesis, Diagnosis,
and Treatment
Disturbances of calcium-phosphate and vitamin D
metabolism in chronic renal insufficiency play an important role in the development of secondary hyperparat
hyroidism. This form of hyperparathyroidism not only
causes significant morbidity linked to renal osteodystrophy, but also is associated with increased cardiovascular disease-related mortality due to vascular calcification.
To prevent these outcomes, it is necessary to understand
the pathogenesis of renal osteodystrophy, to develop specific and sensitive methods for diagnosing this illness,
and to find effective treatments.
In recent years, many studies have investigated the
molecular pathogenesis of renal osteodystrophy. Tests for
biochemical parameters of bone resorption and formation
are noninvasive, specific, and sensitive methods for diagnosing bone disease. The current treatment modalities for
renal osteodystrophy are dietary restriction of phosphorus, use of phosphate binders and calcimimetics, suppression of hyperparathyroidism using vitamin D and
analogues, intensification of dialysis, and parathyroidectomy. Diagnosis of renal osteodystrophy using biochemical markers, and administering a combination of treatment modalities specified for patients at different stages
of chronic renal insufficiency would help decrease the
morbidity and mortality related to this bone disease.
Transplantasyon İmmünolojisi
(Başkent Üniversitesi, 2004-09) B. Baştürk; M. Haberal
Transplantasyon, bir kişiden alınan ve greft adı verilen
hücre, doku veya organın genellikle bir başka kişiye
nakledilmesidir. Alınan dokunun genetik olarak tam
uygun olmayan bir başka kişiye nakli, rejeksiyon olarak
isimlendirilen ve greftin zarar görmesine neden olan,
spesifik bir immün yanıta neden olur. Dokunun rejeksiyonundaki en önemli moleküler hedef, kendinden olmayan, klas I ve II major doku uygunluk antijenleridir.
Solid organ greftlerinde, çeşitli mekanizmalar rejeksiyona
neden olurlar ve bu mekanizmaların herbirisi histolojik
olarak karakteristik reaksiyonlara yol açar. Doğal antikorlar, greft damarlarında, trombüs ve parankimde nekroz
oluşturarak hiperakut rejeksiyona neden olur. Grefte karşı oluşan alloreaktif T hücreleri ve antikorların, başlıca
damar duvarında, parankim yapılarında oluşturduğu
doku harabiyeti akut rejeksiyonla sonuçlanır. Kronik
rejeksiyon, kronik damar zedelenmesi ve fibrozis ile
karakterize bir süreçtir. Greftdeki patolojik değişikliklerin
saptanması ve sınıflandırılması tedaviye yanıtın ve uzun
dönem prognozun tahmin edilmesinde önemlidir. Bu
amaçla, spesifik morfolojik değişikliklerin temel alındığı
Banff sınıflaması kullanılmaktadır. Alıcıda, immünosupresyonla veya grefte karşı toleransın arttırılmasıyla,
rejeksiyon engellenebilir veya tedavi edilebilir. İmmünosupresyon T hücre cevabının baskılanmasına yönelik
olup, bu amaçla kullanılan siklosporin, T hücrelerinde
sitokin sentezini bloke ederken, kortikosteroidler, makrofajlarda sitokin sentezini engelleyerek, antiinflamatuvar
etki gösterir. Son zamanlarda, rejeksiyon reaksiyonunu
önlemek için yapılan deneysel çalışmaların çoğu greft
antijenlerine karşı spesifik toleransın arttırılmasını
amaçlamaktadır.
Transplantation Immunology
Transplantation is the process of harvestings cells, tissues, or organs from one individual and, in most cases,
implanting into a different individual. Transplantation of
tissues from one person to a genetically non-identical
recipient triggers rejection. The major molecular targets
in transplant rejection are non-self allelic forms of class I
and II MHC molecules that have formed complexes with
self peptides. Several effector mechanisms cause rejection
of solid-organ grafts, and each can lead to a characteristic
histological reaction. If there are preexisting antibodies,
the result is usually hyperacute rejection, which is characterized by thrombosis of graft vessels. In other cases,
alloreactive T-cells and antibodies produced in response
to the graft damage blood vessel walls and cause
parenchymal cell necrosis. This reaction is called acute
rejection. Chronic rejection is characterized by fibrosis.
Allograft biopsies provide critical information that
enables the examiner to diagnose and grade pathologic
changes, and to predict response to therapy and longterm prognosis. Rejection may be prevent or treated by
immunosuppressing the host, by minimizing the immunogenicity of the graft, or by inducing host tolerance.
Most immunosuppression is directed at T-cell responses
and entails the use of cytotoxic drugs, specific immunosuppressive agents, or anti-T-cell antibodies. One immunosuppressive agent, cyclosporine, blocks cytokine
synthesis by T-cells. Corticosteroids and anti-inflammatory drugs can inhibit cytokine synthesis by
macrophages. A recent experimental approach is induction of specific tolerance to graft antigens.
CanlI Organ Vericili Böbrek TransplantasyonlarInda Etik Sorunlar
(Başkent Üniversitesi, 2004-09) F. F. Ersoy
Etik sözlük anlamı olarak doğru ve yanlışların sınıflandırılmaları, savunulmaları ve tavsiye edilmeleri anlamına
gelmektedir. Doğal olarak doğrular ve yanlışlar ülkeler,
farklı dinler, farklı ekonomik şartlar ya da politik durumlar nedeni ile farklı algılanabilirler ve değişebilirler.
Organ nakli etiğinin de bu anlamda ülkelere ve şartlara
göre oluşturulması ve uygulanması gerekir. Ülkemizde
mevcut organ açlığı göz önünde tutulduğunda halen kim
tarafından ve nasıl oluşturulacağı çok da açık olmayan
organ nakli etiğimizin daha toleranslı bir temelde ve hem
verici, hem alıcının çıkarları hem de çağdaş hukuk prensiplerinin paralelinde oluşturulması uygun olacaktır.
Ethics of Living-Related Organ Transplantation in
Turkey
Ethics refers to moral principles, a person’s sense of what
is right and wrong. Ethics can differ relative to country,
religion, economic conditions, and governmental policies.
In general, ethics related to organ transplantation should
be based on and practiced in harmony with factors and
conditions that are specific to each country. There is a
severe shortage of transplantable organs in Turkey, and
ethics linked to organ transplantation in this country
must take into account patient demands, donor rights,
and the principles of modern law.
Birinci Basamakta Organ Bağışına Yaklaşım: Aile Hekiminin Rolü
(Başkent Üniversitesi, 2004-09) İ. Tokalak; R. Erdal
Günümüzde doku ve organ nakli, sorunları kronik ve
geri dönüşümsüz olan hastalar için en iyi tedavi seçeneklerinden biri durumuna gelmiştir. Tüm dünyada ve
ülkemizde organ açlığı sürmesine rağmen, organ vericisi
olabilecek çok sayıda hasta, kadavra olarak kullanılamamaktadır. Bu da doku ve organ bağışının önemi bir kez
daha ortaya koymuştur. Organ bağış talebi bir hekim için
oldukça zor bir durumdur. Aile görüşmesi ise çoğunlukla cenaze yakınlarının beyin ölümü haberini öğrenmesinden hemen sonra yani insanların şokta olduğu ve ne
olduğunu henüz anlamaya çalıştıkları safhada gerçekleşmek zorundadır. Birinci basamakta çalışan hekimler,
özellikle hastalarını sağlıklı dönemlerinde de izlem
altında tutmayı görev tanımları içinde bulunduran aile
hekimliği uzmanları potansiyel organ bağışı havuzunu
da kontrollerinde tutmaktadırlar. Birinci basamak uzman
hekimi olarak ne zaman ve hangi koşullarda aile
görüşmesinin yapılacağı konusunda en iyi kararı aile
hekimleri verebilir. Aile hekimleri, ailelerle yakın iletişim
ve işbirliği içinde bulunarak hastaları ile empatiye girebilmekte, onların arzuları ve düşüncelerini kolayca anlayabilmektedirler. Yapılan çalışmalarda birinci basamakta
ailelere kişisel sağlık hizmeti sunmak yönünde uzmanlaşmış olan bu hekimlerin, potansiyel donör yakınlarını
organ bağışı konusu ile ilgili yeterli ve doğru bilgilendirdikleri ve sonrasında da bağış için onay alabilme
yönünde büyük rol oynadıkları gözlenmiştir. Aile
yakınlarının, sevdikleri hakkında karar verecekleri böyle
önemli bir anda güvendikleri aile hekimlerinin doku ve
organ talebi karşısında kendi avukatlığını üstlenmesi,
sürecin sürekliliği için transplantasyon ekiplerine
oldukça büyük bir destek ve kolaylık oluşturmaktadır
Organ Donation and Primary Care: The Role of
Family Physician
In recent years, tissue and organ transplantation has
become one of the best alternatives for treating chronic
diseases that cannot be reversed. As in the rest of the
world, there is a serious shortage of transplantable organs
in Turkey. Many accident victims or patients who die in
hospital cannot be used as cadaveric donors. The shortage
of cadaver organs underlines the importance of planned
organ and tissue donation, and of successful requests for
donation at the time of death.
Asking a family to donate a loved one’s organs is a very
difficult task for a physician. An interview with the
family should be arranged in the hours after relatives are
informed that the patient is brain dead. At this stage, the
family is still in shock, and is trying to comprehend the
situation. Primary care physicians, especially family
physicians who attend to patients when they are in
generally good health, have a strong influence on the
organ pool. These primary care specialists are best
equipped to determine the optimal conditions and timing
of family interviews for organ donation requests, as they
can empathize with the relatives and anticipate their
specific needs. Studies indicate that such specialists can
play a key role, by introducing the idea of donation,
appropriately informing the relatives that their dead
family member is a potential donor, and then helping to
obtain family consent at the time of death. A family
physician who is known well and trusted by the relatives
can act as a mediator for the family when they are considering and discussing donation. This close link to the
family also helps facilitate the process of donation and
transplantation for the transplantation team.