Sosyal Bilimler Enstitüsü / Social Sciences Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1394

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 139
  • Item
    Sosyal sermaye ve işten ayrılma niyeti: Bir yükseköğretim kurumu örneği
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Ahmet Aziz, Akmermer; Abdülkadir, Varoğlu
    Bilindiği üzere elli ve daha fazla çalışanı olan işyerlerinde engelli personel alımı Türk İş Kanunu'na göre bir zorunluluk haline getirilmiştir. İşverenler ile iş sözleşmesi esasına göre çalıştırılan herkesin çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemek amacıyla yürürlüğe giren bu kanunun birey, grup, kurum ya da kuruluşlarca zaman zaman suiistimal edildiği görülmektedir. Örneğin zorunlu engelli istihdamının sadece devlet tarafından sağlanan vergi indirimi vb. avantajlardan yararlanma fırsatı olarak görülmesi dahi söz konusu çalışanlara daha farklı yaklaşılmasına neden olabilmekte (Burton ve Obel, 1999) ve bu durum çalışanların içinde bulundukları örgüt iklimini sağlıksız bir hale dönüştürebilmektedir. Söz konusu sağlıksız iklim, bu kişilerin olduğu kadar diğer çalışanların da verimlilik, görev performansı, devamsızlık, işgören devri, üretim karşıtı davranışlar, örgütsel vatandaşlık, iş tatmini, işten ayrılma niyeti vb. pek çok sonuç değişkenine doğrudan ya da dolaylı bir şekilde etki etmektedir. Hukuksal anlamda olası bir cezai müeyyidenin önüne geçilebilmesi amacıyla icra edilen engelli istihdamının gerek yöneticiler gerekse de çalışanlar tarafından yeterince anlaşılamaması, diğer bir ifadeyle bu uygulamanın örgütün sadece biçimsel kısmında kalması, çalışan-yapı bütünleşmesinin sağlanamamasına ve örgütlerin klasik yönetim anlayışının hakim olduğu 1920’li yıllarda olduğu gibi birer makine, insanın da söz konusu makinenin bir uzantısı olarak görülmesine neden olmaktadır. Bu durumdaki engelli çalışanların ayrımcılığa ya da dışlanmaya maruz kalarak yapı içerisinde merkezden uzak konuma sürüklenerek ötekileşmeleri de kaçınılmaz olmaktadır. Bu çalışma, engelli çalışanların örgütsel yapı içerisinde maruz kaldıkları dışlanma nedeniyle kapsayıcı bir örgüt iklimine ulaşamamaları hususuna dikkat çekmesi ve bu alanda yazında bulunan sınırlı bilgiye katkı sağlaması açısından önem arz etmektedir. Çalışmanın yöntem kısmında engelli çalışanların birimdeki diğer çalışanlarla olan olumlu ve olumsuz ilişkilerinin saptanabilmesi amacıyla önce anketler aracılığıyla veri toplanmış ve sonrasında bu veriler gerçekleştirilen sosyal ağ analizleriyle diğerleriyle çatışma içerisinde olan ya da sosyal yapıdan dışlanan engelli çalışanların tespitinde kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar, engelli çalışanların sosyal ağ düzeneğinde arkadaşlık, danışma, arasındalık, özvektör merkeziliği gibi olumlu ilişkiler açısından ortalamanın oldukça altında kaldıklarına, olumsuz ilişkiler açısından da önemli derecede dışlandıklarına işaret etmektedir. Bu durum söz konusu çalışanların gelecekte izole olma ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya kalma potansiyeli taşıyabileceğini de göstermektedir. Çalışmanın bir diğer sonucu olarak da engelli çalışanların ilişkisel sosyal sermayelerinin işten ayrılma niyetine etkisinde yapısal sosyal sermayelerinin aracılık rolünün olup olmadığı araştırılmış ve bu anlamda anlamlı düzeyde bir ilişki tespit edilememiştir. As it is known, recruiting disabled personnel for establishments with fifty or more employees has become a requirement in accordance with the Turkish Labor Law. It is seen that this law, which came into force in order to regulate the rights and responsibilities of everyone employed on the basis of employment contracts with employers, is abused from time to time by individuals, groups, institutions or organizations. For example, this compulsory employment status of the disabled is sometimes seen as an opportunity to benefit from the advantages provided by the state such as tax reductions, etc. may cause the said employees to be approached differently and this may affect organizational climate negatively. Therefore, a decrease in productivity, task performance, organizational citizenship and an increase in variables such as absenteeism, employee turnover, anti-production behaviors, job satisfaction, intention to leave, etc. may become inevitable. In other words, these negativities may directly or indirectly affect many outcome variables. As a result, the said "employment practice" could not be sufficiently understood by both the managers and the employees and is usually used in order to prevent a possible criminal sanction in the legal sense. In other words, this employment was left only in the formal part of the organization and the structure- employee integration could not be achieved. Unfortunately, people once again turned into species where they are seen as the extension of the machine just like as it was when the classical management approach of the organizations was dominant during the 1920s. Therefore, it will be inevitable for disabled employees in this situation to be marginalized and discriminated against or driven away from the center within the structure. This study is important in that it draws attention to the fact that disabled employees cannot reach an inclusive organizational climate due to the exclusion they are exposed to in the organizational structure and for the contribution to the limited information in the literature in this field. In the method part of the study, firstly, quantitative data is collected by questionnaires and these data are put into social network analysis to find out positive and negative relations of the disabled employees in determining the level of the exclusion from the social structure. The results obtained indicate that disabled employees are well below average in terms of positive relationships such as friendship, counseling, betweenness, and eigenvector centrality in the social network mechanism. This shows that the mentioned employees may have the potential to be isolated and face social exclusion in the future. As another result of the study, it was investigated whether structural social capital had a mediating role in the effect of disabled employees' relational social capital on their intention to quit, and no significant relationship was detected in this sense.
  • Item
    Yabancı portföy yatırmlarının hisse senedi fiyatına etkisi: Bist-30 analizi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Kenan, Orta
    Cari açık bir ülkenin tüm döviz çıkışlarının tüm döviz girişlerinden fazla olmasına denir. Cari açık finansmanı ve sorunları üzerine birçok çalışma yapılmış ve bunların ülkelerin finansal gelişmişlik düzeylerine etkileri irdelenmiştir. Gelişmekte olan ülkeler içinde yer alan Türkiye de küçülme dönemleri dışında cari açık veren bir ülkedir. Büyümek için dönem dönem ortalamalarından daha fazla cari açık vermekte olan Türkiye ve benzer ülkelerde portföy yatırımları finansman kaynağı sağlamak için önem arz eder. Yabancı portföy yatırımları, sermaye fazlası olan ülkelerde bulunan sermayedarların sermaye açığı olan ülkelere menkul kıymet yatırımı yapmasını ifade etmektedir. Yabancı portföy yatırımlarını konu alan araştırmalar incelendiğinde bu çalışmaların çoğunlukla yabancı portföy yatırımlarını etkileyen etmenleri ele aldığı görülmektedir. Bu çalışmanın amacı ise 2008 krizi sonrası BIST-30 endeksinde işlem gören şirketlerdeki yabancı portföy yatırımlarının şirketlerin piyasa değeri, hisse senedi kapanış fiyatı ve hisse senedi getirisi üzerindeki etkisini incelemektir. Çalışmanın bir diğer amacı ise, reel efektif döviz kuru, TÜFE endeksi ve cari açık gibi makroekonomik değişkenlerin etkilerini araştırmaktır. Çalışmada 6 farklı model test edilmiştir. İlk modelde yabancı payı ve piyasa değeri arasındaki ilişki incelenmiştir. Regresyon analizi sonucunda yabancı payı ve piyasa değeri arasında anlamlı ve pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. İkinci modelde yabancı payı ve kapanış fiyatı arasındaki ilişki irdelenmiştir. Buna göre, yabancı payı ile kapanış fiyatı arasında anlamlı ve pozitif yönde düşük bir ilişki bulunmuştur. Üçüncü modelde logaritmik getiri ve yabancı payı arasındaki ilişki test edilmiştir. İki değişken arasında anlamlı bir ilişki gözlemlenmemiştir. Dördüncü modelde piyasa değeri ile yabancı payı, reel efektif döviz kuru, TÜFE ve cari açık incelenmiştir. Çoklu regresyon analizinin sonuçlarına göre tüm değişkenler piyasa değerini anlamlı ve pozitif yönde etkilemektedir. Beşinci modelde yabancı payı, reel efektif döviz kuru, TÜFE, cari açık ve kapanış fiyatı arasında anlamlı ilişki olduğu öne sürülmüş ve çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Bu analizin sonuçlarına göre reel efektif döviz kuru, TÜFE ve cari açık, kapanış fiyatını anlamlı ve pozitif yönde etkilemektedir. Yabancı payı ise bu modelde sonuç değişkenini anlamlı bir şekilde yordamamıştır. Altıncı ve son modelde ise yabancı payı, reel efektif döviz kuru, TÜFE cari açık ve hisse senedi getirisi arasında anlamlı ilişki olduğu öne sürülmüş ve çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Bu analizin sonuçlarına göre reel efektif döviz kuru, TÜFE ve cari açık hisse senedi getirisini anlamlı ve pozitif yönde etkilemektedir. Yabancı payı ise hisse senedi getirisini negatif yönde etkilemektedir. Araştırmanın bulguları modelden modele farklılıklar göstermekle birlikte yabancıların genel eğilimleri hakkında bilgi sunmaktadır. Elde edilen bulgular, yatırımcılara ve araştırmacılara portföy yatırımlarının şirketlerin piyasa değeri üzerine etkileri konusunda ışık tutmaktadır. A country's current account deficit is when all foreign currency outflows are greater than all foreign currency inflows. Many studies have been carried out on current account deficit financing and its problems, and their effects on countries' financial development levels have been examined. Turkey, which is among the developing countries, is also a country that has a current account deficit except during contraction periods. Portfolio investments in Turkey and similar countries, which have a current account deficit that is higher than the period averages in order to grow, are important to provide financing resources. Foreign portfolio investments mean that investors in countries with surplus capital make securities investments in countries with capital deficits. When the studies on foreign portfolio investments are examined, it is seen that these studies mostly deal with the factors affecting foreign portfolio investments. The aim of this study is to examine the effect of foreign portfolio investments in companies traded in the BIST-30 index after the 2008 crisis on the market value, stock closing price and stock return of companies. Another aim of the study is to examine the effects of macroeconomic variables such as real effective exchange rate, CPI index and current account deficit. In the study, 6 different models were tested. In the first model, the relationship between foreign share and market value is examined. As a result of the regression analysis, a positive and significant relationship was determined between the foreign share and the market value. In the second model, the relationship between foreign share and closing price is examined. Accordingly, a significant and positive low correlation was found between the foreign share and the closing price. In the third model, the relationship between logarithmic return and foreign share is tested. No significant relationship was observed between the two variables. In the fourth model, market value and foreign share, real effective exchange rate, CPI and current account deficit are examined. According to the results of the multiple regression analysis, all variables affect the market value significantly and positively. In the fifth model, significant relationships between foreign share, real effective exchange rate, CPI, current account deficit and closing price were expected, and multiple regression analysis was performed. According to the results of this analysis, real effective exchange rate, CPI and current account deficit affect the closing price significantly and positively. Foreign share did not significantly predict the outcome variable in this model. In the sixth and last model, it was suggested that there is a significant relationship between foreign share, real effective exchange rate, CPI, current account deficit and stock return, and multiple regression analysis was performed. According to the results of this analysis, the real effective exchange rate, CPI and current account deficit affect the stock return in a significant and positive way. Foreign share have a significant and negative effect on stock returns. Although the findings of the research differ from model to model, they provide information about the general tendencies of foreigners. The findings shed light on the effects of portfolio investments on the market value of companies for investors and researchers.
  • Item
    Bilgi saklama davranışının öncülleri: Mübadele, kimlik ve kültür etkileşimi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Nuray Ayşe, Korkmazyürek Enginar; İpek, Kalemci Tüzün
    Günümüzün hızlı değişen ve oldukça rekabetçi iş ortamında, örgütlerde bilgi yönetimi her geçen gün daha önemli hale gelmektedir. Bilgiyi etkin bir şekilde paylaşma ve kullanma yeteneği, bir örgütün başarısı için vazgeçilmez bir hal almıştır. Ancak bu inkâr edilemez önemine rağmen, çalışanlar, görev aldıkları örgütlerin ilerlemesini engelleyebilecek şekilde bilgi saklayabilmektedir. Bu fenomen, norm dışı ya da üretkenlik karşıtı davranışlar arasında yer alan bilgi saklama davranışı olarak anılmaktadır. Sosyal mübadele kuramı, sosyal kimlik kuramı ve örgüt kültürü dahil olmak üzere çalışanların neden bilgiyi saklamayı seçtiklerini açıklayabilecek pek çok yaklaşım ayrı ayrı çalışmalar kapsamında literatürde kendisine yer bulmuştur. Bu doktora tezinin amacı, bu kuramların örgütlerde bilgi saklama davranışı üzerindeki bütüncül etkisini araştırmaktır. Sosyal mübadele kuramı, ilişkilerin hem maddi hem de maddi olmayan faydaların mübadelesi üzerine inşa edildiği fikrine dayanmaktadır. Paylaştıkları bilgi karşılığında eşit fayda görmediklerini algılayan çalışanların bilgi saklama olasılığı daha yüksek olabilir. Öte yandan, sosyal kimlik kuramı, bir kişinin grup üyeliğini ve o grup içindeki sosyal statüsünü içeren sosyal kimliğinin önemine odaklanır. Çalışanların, kendilerinin sahip olduğu bilgiyi paylaşmaları halinde örgüt içindeki statülerinin olumsuz etkileneceği algısına sahip olurlarsa, bilgiyi paylaşma konusunda isteksiz olabilirler. Son olarak, örgüt kültürü, bilgiyi saklama kararı da dahil olmak üzere çalışan davranışını etkileyebilmektedir. Örneğin, rekabet veya güvensizlik kültürü etkisi altında iken çalışanların sahip oldukları bilgiyi paylaşma olasılığı daha düşük olabilir. Bu tezin amacı, sosyal mübadele kuramı bağlamında, mübadele alt boyutlarından genelleştirilmiş mübadele ve pazarlıklı mübadele; sosyal kimlik kuramı bağlamında bireysel, ilişkisel ve kolektif kimlik ile örgüt kültürü alt boyutlarından güç, başarı, rekabet ve inovasyon odaklılığın bilgi saklama davranışını ne ölçüde etkilediğini araştırmaktır. Araştırmada hem nicel hem de nitel araştırma yöntemlerini içeren karma yöntem yaklaşımını kullanılmıştır. Çalışma, bilgi saklama davranışını etkileyen faktörler hakkında daha zengin bir anlayış elde etmek için çeşitli kuruluşlardaki çalışanlarla yapılan anketlerin yanı sıra seçilen çalışanlarla yapılan görüşmeleri içermektedir. Bu kapsamda çoğunlukla savunma sanayiinde görev alan 290 çalışana anket yapılmış ve 20 çalışan ile mülakat gerçekleştirilmiştir. Toplanan veri, içerik analizinin yanı sıra hem betimleyici hem de çıkarımsal istatistikler kullanılarak analiz edilmiştir. Bu çalışmanın bulgularının, kuruluşlarda bilgi saklama davranışını etkileyen faktörleri anlamamıza katkıda bulunması amaçlanmaktadır. Bu araştırma, sosyal mübadele kuramı, sosyal kimlik kuramı ve algılanan örgüt kültürü bağlamında çalışanların bilgi paylaşma istekliliğini nasıl etkilediğine dair bilgi sağlaması bir diğer hedeftir. Araştırmanın ayrıca yöneticilere kuruluşlarında bilgi saklama davranışını anlamak ve ele almak üzere öneriler sunmanın yanı sıra, bilgi yönetimine ilişkin mevcut literatüre katkıda bulunması hedeflenmektedir. In today's fast-paced and highly competitive business environment, knowledge management has become increasingly important in organizations. The ability to share and utilize knowledge effectively is essential for a company's success. Despite this importance, however, employees sometimes withhold knowledge, which can hinder an organization's progress. This phenomenon is known as knowledge withholding behavior (KWB). There are several theories and approaches that can explain why employees choose to withhold knowledge, including social exchange theory, social identity theory, and percieved organizational culture. The purpose of this doctorate thesis is to explore the effect of these theories and approaches on KWB in organizations. Social exchange theory is based on the idea that relationships are built on the exchange of benefits, both tangible and intangible. Employees who perceive that they are not receiving an equal benefit for the knowledge they share may be more likely to withhold information. Social identity theory, on the other hand, focuses on the importance of a person's social identity, which includes their group membership and social status within that group. Employees may be reluctant to share knowledge if they fear that doing so will reduce their status within the organization. Finally, organizational culture can influence employee behavior, including the decision to withhold knowledge. If a culture of competition or mistrust exists, for example, employees may be less likely to share their knowledge. The purpose of this thesis is to investigate the extent to which social exchange theory, social identity theory, and organizational culture affect KWB. The research has utilized a mixed-methods approach, involving both quantitative and qualitative research methods. The study involves surveys of employees in several organizations, as well as interviews with selected employees to gain a richer understanding of the factors that influence KWB. In this context, 290 employees have completed the survey and 20 employees were interviewed. The data collected has been analyzed using both descriptive and inferential statistics, as well as content analysis. The findings of this study hopes to contribute to our understanding of the factors that influence KWB in organizations and to provide insights into how social exchange theory, social identity theory, and organizational culture affect employees' willingness to share knowledge, and offers recommendations for managers to address KWB in their organizations.
  • Item
    Salgın hastalığa yakalanma korkusu, teknoloji kullanımında yetkinlik ve karar verme stillerinin, emlak müşterilerinin dijital ortamlardan beklentileri üzerindeki etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Bülent, Atmacan; Feride Bahar, Işın
    Covid döneminde yaşanan olumsuzluklar hem iktisadi hem de sosyal hayatta dünyayı yeniden şekillendirmiştir. Covid sürecinde yaşanan tecrübeler covid sonrası için yeni farkındalıkların ortaya çıkmasına, ihtiyaçların yeniden değerlendirilmesine neden olurken, insanları daha fazla dijital teknolojilere bağımlı hale getirmiştir. Müşterilerin dijital teknolojileri kullanmak zorunda kalması, mevcut tasarımlardaki eksiklikleri daha iyi görmelerini sağlamış, dijital ortamlardan beklentilerinde de birtakım değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Salgın döneminde pazarlama konusunda emlak sektörü en dezavantajlı sektör olmuş, geleneksel pazarlama yöntemleri kullanılamaz duruma gelmiştir. Bu olumsuzlukları atlatabilmek için dijital pazarlamada kullanılan teknolojilerin tasarım yapılarında da yenilik yapılması zorunlu hale gelmiştir. Emlak müşterilerinin emlak pazarlamasında çok yoğun kullanılan teknolojik ortamlardan beklentileri her geçen gün artmaktadır. Dijital ortam tasarımcılarının artan beklentileri karşılaması için istek ve ihtiyaçları doğru tespit etmesi ve beklentilere etki eden faktörleri detaylı şekilde analiz etmesi gerekmektedir. Bu araştırmada öncelikli amaç emlak müşterilerinin dijital teknolojilerden beklentilerinin belirlenmesi olmuştur. Pazarlamanın görevlerinden biri de, müşterilerin karar verme yapılarının şekillenmesi ve satın alma kararına yardımcı olmaktır. Emlak ürünlerinin pahalı olması, birbirine benzememesi, üretimlerinde çok fazla malzemenin kullanılması, yatırım aracı olarak da değerlendirilebilmesi nedeniyle müşteriler satın alma kararı verirken çok fazla bilgiyi değerlendirmek zorunda kalmaktadır. Toplanan bilgilerin doğru şekilde işlenmesi karar alma sürecini güçleştirmektedir. Dijital ortam tasarımlarında en önemli konu müşterilerin ürünler ile ilgili ihtiyaç duydukları bilginin kendilerine net bir şekilde sunulmasıdır. Bilgi toplamanın amacı karar vermeyi kolaylaştırmaktır. Müşteriler karar verirken farklı türde karar verme stilleri kullanmaktadır. Bu çalışmada karar verme stillerinin müşterilerin dijital teknolojilerden beklentileri üzerinde direkt etkisinin olup olmadığı araştırılmıştır. Karar verirken, bilgi toplamada ve çözümlemede kullanılacak olan dijital ortam tasarımları, müşterilerin bu teknolojileri kullanma becerileri ile uyumlu olmak zorundadır. Aksi halde müşterilerin bu ortamlardan verimli şekilde yararlanmaları mümkün olmayacaktır. Çalışmada dijital teknolojileri kullanma becerilerinin, karar verme stilleri ile müşterilerin dijital ortam tasarımlarından beklentileri üzerindeki aracılık etkisi araştırılmıştır. Ayrıca covid-19 hastalığının müşterilerin psikolojisi üzerinde yaptığı etki dikkate alınarak, covid korkusunun karar verme stilleri ile emlak müşterilerinin dijital ortamlardan beklentileri arasındaki aracılık etkisinin varlığı araştırılmıştır. Araştırma modellerinin analizi sonucunda karar verme stillerinden rasyonel karar verme stili ve bağımlı karar verme stillerinin emlak müşterilerinin dijital teknolojilerden beklentileri üzerinde direkt etkisinin olduğu hipotezleri kabul edilmiştir. Dijital teknolojileri kullanma becerisi ve covid korkusunun, karar verme stilleri ile emlak müşterilerinin dijital platformlardan beklentileri arasında aracılık etkisi olduğu hipotezleri kabul edilmiştir. The negativities experienced during the Covid period have reshaped the world in both economic and social life. While the experiences in the Covid process have led to the emergence of new awareness for the post-covid period and re-evaluation of needs, it has made people more dependent on digital technologies. The fact that customers had to use digital technologies enabled them to better see the deficiencies in existing designs and caused some changes in their expectations from digital environments.The real estate sector has been the most disadvantaged sector in terms of marketing during the epidemic period, and traditional marketing methods have become unusable. In order to overcome these negativities, it has become necessary to innovate in the design structures of the technologies used in digital marketing. The expectations of real estate customers from the technological environments that are used extensively in real estate marketing are increasing day by day. In order to meet the increasing expectations, digital media designers need to determine the demands and needs correctly and analyze the factors affecting the expectations in detail. The primary purpose of this research was to determine the expectations of real estate customers from digital technologies. The task of marketing is to reveal the decision-making structures of the customers and to assist them in their purchasing decisions. Since real estate products are expensive, not similar to each other, too many materials are used in their production, and can be considered as an investment tool, customers have to evaluate a lot of information when making a purchase decision. Accurate processing of the collected information complicates the decision-making process.The most important issue in digital environment designs is to present the information that customers need about the products clearly. The purpose of collecting information is to facilitate decision-making. Customers use different types of decision-making styles when making decisions. In this study investigated decision styles whether it has a direct effect on expectations from digital technologies. Digital media designs to be used in decision making, information gathering and analysis must be compatible with customers' ability to use these technologies. Otherwise, it will not be possible for customers to benefit from these environments efficiently. In the study, the mediating effect of the skills of using digital technologies on the decision-making styles and the expectations of customers from digital media designs was investigated. In addition, considering the effect of the covid-19 disease on the psychology of the customers, the mediation effect of the fear of covid between the decision-making styles and the expectations of the real estate customers from the digital environments was investigated. As a result of the analysis of the research models, the hypotheses that the rational decision-making style and the dependent decision-making styles have a direct effect on the expectations of real estate customers from digital technologies were accepted. The hypotheses that the ability to use digital technologies and the fear of covid mediate between decision-making styles and real estate customers' expectations from digital platform were accepted.
  • Item
    1977’den 2019’a Star Wars filmlerinde mekân üzerinden Edward W. Said perspektifinde oryantalizm analizi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Ekin Can, Seyhan; Adnan, Tepecik
    Edward W. Said öncesi Oryantalizm farklı kültürleri araştırmak, gözlemlemek gibi olumlu ve/veya tarafsız bir yöntem olarak kabul edilirdi. Tarih boyunca birçok bilim, sanat gibi alanlarda oryantalistler araştırmalar ve çalışmalar yapmaktaydı. Fakat 1970'ler sonrası Oryantalizm kavramı Edward W. Said ile birlikte günümüzde yaygın olarak kabul edilen anlamı olan; doğunun batı toplumlarını görme biçimi olarak gelişmiştir. Bilim kurgunun kökeni bir edebi eser olan Mary Shelley'ye ait Frankenstein adlı eseri ile 1818 yılında doğduğu kabul edilmektedir. İlk üretiminden günümüze kadar birçok eserle de temsil edilmiş, teknoloji çağı ile birlikte 'vizyon' katma değeri ile önemini artırmıştır. 1902 yılında ilk sinema örneği olan 'A Trip to the Moon' adlı eser de bir bilim kurgu hikayesini temel alarak, ilk temsiliyeti ile bilim kurgu ve sinema ikilisinin ilişkisinin kuvvetli temelini atmıştır. Sinema tarihi ile ortak bir başlangıca sahip olmaları, bilim kurgu kavramı ile sinemanın bir başka değerinin görülmesini sağlamıştır. Adorno gibi popüler kültürü bir fikir aktarım aracı olarak gören düşünürler tarafından sinema bir fikir aktarım aracı olarak görülmektedir. Bu bağlamda sinemanın temelinden bu yana var olan bilim kurgu sinemasında oryantalizmin yeri tezin temellerini oluşturmaktadır. İlk filmi 1977 yılına ait olup günümüze kadar devam eden 'Star Wars' markası, 1970'ler sonrası ortaya çıkan Edward W. Said perspektifinde oryantalizm kavramının incelenmesi tezin amacını oluşturmaktadır. Bu amaç doğrultusunda Star Wars filmlerinde mekan kurgularının Edward W. Said perspektifinde oryantalist temsiliyetleri incelenecektir. Before Edward W. Said, Orientalism was regarded as a positive and/or unbiased method of researching and observing different cultures. Throughout history, many scholars and artists conducted studies and works as Orientalists. However,After Edward W. Said, the concept of Orientalism took on its widely accepted meaning, which is the way the West perceives the East, in the late 1970s. The origin of science fiction is attributed to Mary Shelley's literary work, "Frankenstein," published in 1818. It has been represented by numerous works since its inception and has gained importance with the addition of a 'vision' value, especially in the age of technology. The first cinematic example, the film "A Trip to the Moon" in 1902, based on a science fiction story, laid the strong foundation for the relationship between science fiction and cinema. Having a common beginning with the history of cinema, the concept of science fiction and cinema have made it possible to see another value.Thinkers like Adorno, who view popular culture as a means of transmitting ideas, perceive cinema as a medium for conveying ideas. In this context, Orientalism forms the basis of the thesis in science fiction cinema, which has existed since its inception. Starting with the first film in 1977 and continuing to the present, the 'Star Wars' franchise serves as the focal point for examining the concept of Orientalism through Edward W. Said's perspective, which emerged in the late 1970s. In line with this objective, the spatial constructions in Star Wars films will be analyzed for their Orientalist representations from Edward W. Said's perspective.
  • Item
    Evlatlığın yasal mirasçılığı
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Ceren, Mit; Fikret, Eren
    Evlatlığın yasal mirasçılığını konu alan çalışmamızda öncelikle evlatlığın yasal mirasçılığına etkileri yönünden farklı evlat edinme sistemleri açıklanmıştır. Bu bağlamda sınırlı, tam ve karma evlat edinme sistemlerinin anlatılmasının ardından, Türk hukukunda evlatlığın evlat edinene yasal mirasçılığının şartları ele alınmıştır. Sonrasında ise evlat edinmenin miras hukukuna ilişkin sonuçlarının ayrıntılı şekilde incelenmesine geçilmiştir. Evlatlığın yasal mirasçılığı hususunda son olarak, doktrinde öne sürülen Türk hukukunda sınırlı evlat edinme sisteminin benimsenmesinin evlatlığın yasal mirasçılığına etkisinden kaynaklanan sorunlara değinilmiştir. Bu kapsamda yine doktrinde uygulanabilir bulunan hukukî yollar ve özellikle çok sayıda yazar tarafından savunulan Türk hukukunda tam evlat edinme sistemine geçilmesi fikri de tartışıldıktan sonra anılan aksaklıkların mevcut evlat edinme sistemi korunarak ne şekilde aşılabileceğine dair çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır. In this dissertation concerning intestate succession of the adoptee, initially the variant adoption systems in terms of their effects on the adoptee’s intestate succession are explained. After elaborating on full, limited and hybrid adoption systems in this context, the requirements for the adoptee to become an intestate heir to the adopter in Turkish law are discussed. Subsequently it is moved on to the detailed examination of the consequences of adoption regarding inheritance law. Finally, on the subject of the intestate succession of the adoptee, the problems put forward in doctrine emanating from the effects of adherence to the limited adoption system in Turkish law on the intestate succession of the adoptee are dealt with. On that score, after deliberating the applicable remedies proposed in doctrine and especially the opinion of adapting full adoption in Turkish law which is defended by many authors, it is attempted to introduce other remedies on how to overcome the problems in question while keeping the current adoption system intact.
  • Item
    Kişilik özellikleri ve akış deneyiminin mobil oyun içi satın alma niyetine etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Murat Devrim, Atılgan; Zeliha, Eser
    Yaratıcı endüstrilerin önemli bir alanı olan dijital oyun çalışmaları mobil cihazların gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte gündelik yaşamın önemli bir parçası olmuştur. Bu çalışmada Akış Teorisi ve Beş Faktör Modeli çerçevesinde mobil oyun tüketicilerinin kişilik özellikleri ve tutumlarının oyun içi satın alma niyetine etkisi ampirik yolla incelenmiş, araştırmacılar ve profesyoneller için tüketici davranışları bakımından yeni içgörüler elde etmeye yardımcı olmak ve pazarlama yazınına katkı sağlamak amaçlanmıştır. Özellikle boş zaman etkinliklerinden alınan zevk konusuna odaklanan akış modelinin dijital oyunlara uyarlanmasının, fiziksel ortamda yapılan etkinliklere benzer etkinliklerin sanal ortamda nasıl gerçekleştiği konusundaki bilgi boşluğunu gidermek bakımından önemli ve anlamlı olacağı düşünülmüştür. Bu kapsamda mobil oyunlarla ilgili forumlar, kullanıcı grupları, dijital oyun teknolojileri konusunda uzman kişiler ve farklı yaş grupları, farklı uzmanlık ve beceri seviyelerine sahip kişilerden; genel anlamda oyuncu ya da mobil oyun tüketicisi olarak tanımlanabilecek katılımcılardan çevrimiçi toplanan veriler, Yapısal Eşitlik Modellemesi (YEM) aracılığıyla analiz edilmiş ve hipotezler test edilmiştir. Bulgular, akış deneyimi ile tutum ve oyun içi satın alma niyeti arasında açık bağlantılar olduğunu, kişilik özelliklerinden uyumluluk ve sorumluluğun akış deneyimini etkilediğini, uyumluluğun akış deneyimi üzerinde pozitif yönde etkisi olduğunu, sorumluluk özelliğinin ise ters yönde etkisi olduğunu göstermektedir. Tartışma kısmında uygulama ve araştırmaya yönelik önerilere yer verilmiştir. Çalışmanın, araştırmacılar, oyun geliştiricileri ya da yayıncılar için, ilgili araştırmaları yaparken, yeni ürünler geliştirirken veya gelecekteki pazarları değerlendirirken tüketici davranışları bakımından yeni referanslar oluşturması beklenmektedir. Digital game studies, which are an important area of creative industries, have become an important part of daily life with the development and spread of mobile devices. In this study, the effects of personality traits and attitudes of mobile game consumers on in-game purchase intentions were empirically examined within the framework of Flow Theory and Five Factor Model, and it was aimed to help researchers and professionals to obtain new insights in terms of consumer behavior and to contribute to the marketing literature. It is thought that the adaptation of the flow model, which focuses on the enjoyment of leisure activities in particular, to digital games will be important and meaningful in terms of filling the knowledge gap about how activities similar to physical activities take place in the virtual environment. The data collected online from forums related mobile games, user groups, experts in digital game technologies and people of different age groups, expertise and skill levels, which can be defined as gamers or mobile game consumers in general were analyzed through Structural Equation Modeling (SEM) and hypotheses were tested in this context. The findings show that there are clear links between flow experience and attitude and in-game purchase intention, personality traits of agreeableness and conscientiousness affect flow experience, agreeableness has a positive effect on flow experience, and conscientiousness has the opposite effect. In the discussion part, suggestions for practice and research are given. It is expected that the study will create new references in terms of consumer behavior for researchers, game developers or publishers when conducting relevant research, developing new products or evaluating future markets.
  • Item
    Türk bankacılık sektörü finansal kırılganlık endeksinin tahmini ve endeksi etkileyen faktörlerin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Müge, Gürgül; Onur, Sunal
    Finansal kırılganlık kavramı, finansal krizin henüz meydana gelmediği ancak krizin belirtilerinin gözlemlendiği bir evre, yani bir erken uyarı göstergesi olarak tanımlamaktadır. Finansal kırılganlık kavramı, son yıllarda yaşanan küresel krizlerle beraber tekrar gündeme gelerek krizden çok önce krizi oluşturan etmenlerin araştırılmasını zorunlu hale getirmiştir. Çalışmada, bankacılık krizleri üzerinde durularak, finansal kırılganlığa etkisi hakkındaki teoriler incelenmiştir. Türkiye’deki 15 mevduat bankasının 2006Q1:2022Q2 dönemini kapsayan çalışmada, her banka için bankacılık sektörü finansal endeksi hesaplanmış, bankalara göre değişmeyen makro ekonomik göstergeler ile bankalara özgü oransal göstergelerin endeks üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çalışmada kurgulanan hipotezler doğrultusunda, araştırmanın finansal kırılganlık endeksini içeren panel regresyon modellerinin tahmininden elde edilen sonuçlar, sermaye yeterlilik oranı, ekonomik büyüme oranı ve reel efektif döviz kurunda yaşanan artışlarının finansal kırılganlık endeksini azalttığı, aktif karlılık oranı, özkaynak karlılık oranı, enflasyon oranı, kredi risk primi, korku endeksi ve ticari kredi faizinde yaşanan artışlarının ise finansal kırılganlık endeksini arttırdığını göstermektedir. Takipteki krediler değişkeninin endekse dahil edilmesi ile alan yazına özgün bir katkıda bulunulmak istenmiş ve endeksi belirleyen faktörlerin ortaya konulması amaçlanmıştır. The concept of financial fragility defined as a stage in which the financial crisis has not yet occurred, but the symptoms of the crisis have been observed, that is an early warning indicator. The concept of financial fragility has come back to the agenda with the global crises experienced in recent years, making it necessary to investigate the factors that caused the crisis long before the crisis. In this study, theories about the impact on financial fragility were examined with an emphasis on banking crises. In the study covering the period 2006Q1:2022Q2 of 15 deposit banks in Turkey, the banking sector financial index was calculated for each bank and the impact of macroeconomic indicators that do not change according to banks and bank-specific proportional indicators on the index was examined. According to the hypotheses constructed in the study, the results obtained from the estimation of panel regression models containing the financial fragility index of the research show that increases in capital adequacy ratio, economic growth rate and real effective exchange rate reduce the financial fragility index, while increases in return on assets ratio, return on equity ratio, inflation rate, credit default swap, fear index and commercial loan interest rate increase the financial fragility index. Including non-performing loans variable in the index, it was intended to make an original contribution to the literature and also aimed to reveal the factors determining the index
  • Item
    İç mekanda katılımcı tasarım yaklaşımlarının alışveriş merkezleri genel tuvalet alanlarının mekan biçimlenişine etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Ergin Kemal, Kocaili; Can Mehmet, Hersek
    Çağdaş alışveriş merkezleri modern kent yaşamının sadece ticari değil aynı zamanda sosyal ve kültürel merkezleridir. Yaşam merkezi olarak da tanımlanan bu yapılar ziyaretçilerin en yüksek konfor seviyesini deneyimlerken alışveriş eylemini gerçekleştirmelerini hedeflemektedirler. Alışveriş merkezlerinde konfor beklentisinin en yüksek seviyede olduğu, aynı zamanda en mahrem alanlar, zorunlu olarak kullanılan tuvalet mekanlarıdır. Dolayısıyla, tuvalet mekanlarının kalitesi, ziyaretçiler için alışveriş merkezi tercihlerinde belirleyici ve önemli bir rol oynamaktadır. Yüksek kamusal değere sahip olan bu yapılar katılımcı tasarım yaklaşımlarının en verimli şekilde uygulanabileceği farklı paydaşlara ve kendi yaşam döngüsüne sahip binalardır. Araştırma kapsamında, bir alışveriş merkezi örneği üzerinden, katılımcı tasarım yaklaşımları bağlamında tuvalet alanları incelenmiş ve bu mekanların biçimlenişine ilişkin süreçler tespit edilmiştir. Araştırmanın temel sorusu, alışveriş merkezi tuvalet mekanlarının iç mekan kalitesinin katılımcı tasarım yaklaşımları sayesinde arttırılmasının mümkün olup olmadığıdır. Bu tez çalışmasında, Ankara ili Çankaya bölgesinde yer alan ve şehir içi yerleşiminde yoğun araç ve kullanıcı trafiği bulunan Eskişehir yolu üzerinde konumlanmış Kentpark Alışveriş Merkezi nicel ve nitel araştırma yöntemleri kullanılarak değerlendirilmiştir. Katılımcı tasarım yaklaşımları paydaşları olarak; alışveriş merkezinin işletmesi ile söyleşi ve alışveriş merkezi ziyaretçileri ile anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, bu çalışmada aynı yapı içerisinde farklı dönemlerde uygulaması yapılmış ve ziyaretçiler tarafından kullanılmaya devam eden tuvalet alanlarının iç mimari analizi yapılmıştır. Bu tez kapsamında yapılan anket çalışması ve söyleşi verileri neticesinde iç mimari projelendirme için katılımcı tasarımın katkısı ve önemi ortaya konmuştur. Bu çalışma ile diğer kamusal tuvalet mekanları için de geçerli olacak şu sonuçlara varılmıştır. Tuvalet mekanlarının konfor seviyesi ziyaretçiler için alışveriş merkezi tercihlerini etkileyen bir unsurdur. Kullanıcılar için en önemli kriter temizliktir. Tuvalet alanlarının erişilebilirliği ikinci en önemli kriterdir. Tuvalet alanlarının kullanışlı ve tasarımının estetik olmasının etkisinin ise yaklaşık aynı önem seviyesinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. En önemli kriter olan tuvaletlerin temiz olma durumu sadece yapılan temizlik ile sağlanan hijyen ile ilişkili değildir. Mekan için seçilen malzemeler, temassız kullanımı sağlayan geçişler, yeterli kabin genişlikleri, lavabo bataryaları, sifonlar, el kurutma sistemleri, tuvalette kullanıcı için gerekli sarf malzemelerinin bulunması, mekanın genişliği, hatta renkler, aydınlatma ve mekanın kokusu kullanıcının tuvalet mekanını daha temiz olarak algılamasına katkı sağlamaktadır. Kullanıcı için temizlik estetikten önce gelmektedir. Dolayısıyla, tasarımcı “temizlik’ ve buna bağlı olan “temassız kullanımı” ön planda tutarak estetiği yakalamalı sonucuna ulaşılmıştır. Kamusal tuvaletlerdeki dönüşüm ve gelişimlerin toplumsal hayatın gelişiminde çok önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada da ortaya konduğu üzere katılımcı tasarım yöntemleri kullanılarak biçimlendirilen iç mekanların, gerek tasarım ve uygulama süreçleri, gerekse de sonrasındaki kullanım süreçleri daha demokratik, verimli ve sürdürülebilir olmaktadır. Contemporary shopping centers are commercial, social, and cultural hubs of modern urban life. These structures, also referred to as lifestyle centers, aim to provide visitors with the highest level of comfort while engaging in the act of shopping. Among the areas with the highest expectations of comfort in shopping centers are the restroom facilities, which are inherently considered the most private spaces and necessary amenities. Therefore, the quality of restroom facilities plays a decisive and significant role in visitors' preferences for shopping centers. These structures hold high public value and are buildings with diverse stakeholders and life cycles, making them suitable for implementing participatory design approaches. This research examined restroom areas within the context of participatory design approaches, focusing on a specific shopping center example—the research aimed to identify the processes involved in shaping these spaces. The fundamental question of the study was whether it is possible to enhance the interior quality of shopping center restroom areas through participatory design approaches. In this thesis, Kentpark Shopping Center, located on Eskişehir Road in the Çankaya district of Ankara, which experiences heavy traffic both in terms of vehicles and users, was evaluated using quantitative and qualitative research methods. As stakeholders of participatory design approaches, interviews were conducted with the shopping center's management, and a survey was carried out among the visitors. Additionally, the interior architectural analysis of restroom areas implemented and used by visitors at different times within the same structure was conducted. The survey and interview data collected within the scope of this thesis highlighted the contribution and importance of participatory design in interior architectural planning. The following conclusions, applicable to other public restroom facilities, were reached through this study: The comfort level of restroom areas determines visitors' preference for shopping centers. The most crucial criterion for users is cleanliness. The accessibility of restroom areas is the second most important criterion. The impact of functional and aesthetically designed restroom areas was found to be of approximately the same level of importance. The cleanliness of restrooms, which is the most critical criterion, is not solely dependent on cleanliness achieved through regular maintenance. Factors such as the materials selected for the space, contactless transitions, sufficient stall widths, faucet fittings, flush systems, hand-drying mechanisms, availability of necessary supplies for users, spatial dimensions, and even colors, lighting, and scent of the area contribute to the user's perception of cleanliness in the restroom. For users, cleanliness takes precedence over aesthetics. Therefore, it was concluded that designers should prioritize "cleanliness" and its associated "contactless usage" aspect while achieving aesthetics. The transformation and development of public restrooms have a significant role in advancing societal life. As demonstrated in this study, interior spaces shaped through participatory design methods are more democratic, efficient, and sustainable in both design and implementation processes and subsequent usage processes.
  • Item
    Siyasi tercihlerin portföy seçimine etkileri
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Oğulcan, Arasan; Adalet, Hazar
    Son yıllarda, finans piyasalarında yaşanan anomalilerin artması, rasyonel olmayan yatırımcı tercihlerini ve davranışlarını açıklamada, geleneksel finans teorilerinin yetersiz kalması gibi çeşitli nedenler, uluslararası literatürde davranışsal finans alanında yapılan çalışmaların artmasına neden olmuştur. Ülkemizde bu alanda yapılan çalışma sayısının sınırlı olması, ilgili alana yapılabilecek katkının önemini arttıracağı düşünülmektedir. Literatürde son yıllarda yapılan çalışmalarda, bireysel yatırımcıların heterojen bir şekilde, yatırımlarını çeşitlendirdikleri gözlemlenmiştir. Önceki çalışmalarda ilgili dağılımı etkileyen faktörlerin ise, ağırlıklı olarak makro değişkenler (döviz kurları, faiz oranları, enflasyon vb.) olduğu görülmektedir. 2000’li yıllar itibarıyla yapılan çalışmalarda ise, makro değişkenlerin yerini; kişisel tercihler, değerler ve beklentiler gibi kişisel faktörlerin aldığı görülmektedir. Bireysel yatırımcıların özellikle belirsizlik anlarında, rasyonellikten uzak yöntemlere başvurma nedenleri arasında zihinsel kısa yolların önemli bir etkisinin olduğu düşünülmektedir. Zihinsel kısa yollar; bireysel yatırımcıların portföy seçimi yaparken, akıl yürütmeye başvurmamaları, geçmiş deneyimlere ve ön yargılara bağlı kalarak karar vermelerini ifade etmektedir. Bu anlamda, bilişsel çelişki kavramı da ön plana çıkmaktadır. İlgili kurama göre, yatırımcılar davranışlarını ve düşüncelerini geçmiş değerlerine göre belirlemektedir. Bu değerler; inançlar, tutumlar ve çeşitli gereksinimler olabilmektedir. Zaman içerisinde edinilen deneyimler, çevresel faktörlerin de etkisiyle birlikte, yatırımcıların kişiliğine, dolayısıyla da davranışlarına yön vermektedir. Önceki çalışmalarda incelenen faktörler arasında; yaş, cinsiyet, medeni durum, risk iştahı, deneyimler gibi çeşitli faktörlerin test edildiği gözlemlenmiştir. Çalışmanın ana konusunu oluşturan siyasi tercih faktörünün ise, bireysel yatırımcıların portföy seçimini etkileyen diğer kişisel değişkenlerden olduğu düşünülmektedir. Bireysel yatırımcılara anket uygulanarak siyasi tercih değişkenin, diğer faktörler ve bu bağlamda davranışsal finans kavramları ile olası ilişkisinin tespiti amaçlanmaktadır. In recent years, various reasons such as the increase in anomalies in financial markets and the inadequacy of traditional finance theories in explaining irrational investor preferences and behaviors have led to an increase in studies in the field of behavioral finance in the international literature. It is thought that the limited number of studies in this field in our country will increase the importance of the contribution that can be made to the related field. In recent studies in the literature, it has been observed that individual investors diversify their investments in a heterogeneous way. In previous studies, it is seen that the factors affecting the relevant distribution are mainly macro variables (exchange rates, interest rates, inflation, etc.). In the studies conducted as of the 2000s, macro variables were replaced by; personal factors such as personal preferences, values and expectations. It is thought that mental shortcuts have an important effect among the reasons for individual investors to resort to irrational methods, especially in moments of uncertainty. mental shortcuts; It means that individual investors do not resort to reasoning when choosing a portfolio and make decisions based on past experiences and prejudices. In this sense, the concept of cognitive dissonance also comes to the fore. According to the related theory, investors determine their behaviors and thoughts according to their past values. These values are; beliefs, attitudes, and various needs. Experiences gained over time, together with the impact of environmental factors, shape the personality and therefore the behavior of investors. Among the factors examined in previous studies; It was observed that various factors such as age, gender, marital status, risk appetite, experiences were tested. The political preference factor, which is the main subject of the study, is thought to be one of the other personal variables that affect the portfolio selection of individual investors. By applying a questionnaire to individual investors, it is aimed to determine the possible relationship between the political preference variable and other factors and in this context, behavioral finance concepts.